AAHH! ISTRANCA DAĞ KÖYLERİ -2-

Kar'ına soğuğuna, zorluğuna yoksulluğuna inat öylesine sıcakkanlı, yardımsever, zengin gönüllüdür ki Istranca dağ köyleri insanı: Belki çok zengin değildir sofrası ama öylesine içten sunar ki size bir kase sıcacık acı 'dar hane' (tarhana) çorbasını, bir demlik sıcak çayı, bir daha hiç soğumamak üzere ısınır içiniz. Üstelik bunları hiç tanımadığı, ilk ve belki de son kez gördüğü insanlar için yapar. Hele biraz da samimiyetiniz varsa varın hayallerinizi zorlayın artık. O, kimseden bir şey almak yerine vermeyi, yemek yerine yedirmeyi kâr bilir. (Bu bütün Trakya belki Anadolu köyleri için de geçerlidir ama bilenler böyle anlatıyor.) Hele biraz 'entel' olanlar gelenleri 'yaren' bilir özel misafir bilir. Onlarla geçen bir kaç saati 'kârlı yaşanmış ömür'den sayar... Çünkü aynı dili konuşup aynı kültürü yaşadıkları köylüleri onları pek anlamaz. Refik Halit Karay'ın 'Eskici' hikayesindekine benzer; belki yıllar sonra kendisiyle aynı gönül dilini konuşanlara rastlamıştır, her şeye değer. Aslında gelenler de şaşırır onları tanıdıkça. Bu tenha köşelerde böylesi birine rastlamak onlara hazine bulmuş hissi verir. Her gittikleri ortamda bu gizemli insanları birbirine tanıtırlar anlatırlar, anlatırlar...
Elbette ki herkes baba toprağını sever. On yıllar sonra gelip, daha önce hiç görmediği yerler için buralar benim köyümmüş diyenler var ancak... Daha önce bir şekilde köylerinden gidip şimdi geri gelenler son dönemlerde birçok yerde seçim gerginliği vb. sebeplerden dolayı artık eski köylerini bulamaz oldular. Eskiden derme çatma çitlerimiz vardı, hatta hiç yoktu. Şimdi, kültürümüze aykırı şato misali yüksek kafes tel ve beton çitler, yetmedi üzerine dikenli, jiletli, elektrikli teller. Çitler sadece arazi sınırlarını belirlese can kurban; her çit adeta farklı bir dünyanın sınırı.
Artık sınır tarla komşunuzu tanımama ihtimaliniz çok yüksek. Tozlu topraklı yollarda yaya gidilen, kamyon üzerinde toplu yolculuk yapılan günlerden, herkese özel araçlı günlere geldik. Kulübe, baraka misali küçük evlerin yerini yeni yüksek binalar aldı, belki her yer ışıl ışıl ama herkes kendi ayrı dünyasında, kalabalık içinde yalnız.
'Mahalle meci, (imece) köy yardımcı' diye bir tabir vardı eskiden. Çapa, orak, harman birlikte yapılır, mısırlar birlikte soyulur, gündöndüler mısırlar birlikte dövülür, pancarlar birlikte soyulup pekmezler birlikte kaynatılırdı. Sadece bize özel 'ovalılar' için efsane sayılan domuz denen bir yaban hayvanımız vardı. İnsanlarla birlikte o da küstü buralara, medeniyete ayak uydurdu ovalara hatta şehirlere indi. Hayvan da haklı oralarda o kadar yiyecek varken neylesin boş ormanı. 'Eşeği, döşeği, yazın ayranı, kışın yorganı' (bir çift koşum, bir binek, bir sağım hayvanı) olanlar sağlam hane olmuş sayılır, bırakın maaazalah hane reisi ölüp direği yıkılmış haneleri, koşum hayvanı ölen haneler 'boyunduruğu düştü' diye adlandırılır o boyunduruğu kaldırmak, düştüğünü hissettirmemek için elden gelen her şey yapılırdı. Şimdi ne o yardımlar ne de genel anlamda o yardımlaşmalar kaldı. Hemen herkes; 'dik kuyruk, başına buyruk... Ne acı ki bu girdaptan ben de kendimi kurtaramıyorum. Toplumdan biraz farklı düşünmem nedeniyle uğradığımız haksızlıklar kalıcı kırgınlıklara sebep oluyor. İşin içine aslında bir nimet olan 'teknolojik iletişim araçları' illeti de girince yalnızlıklar artıyor.
Acaba suçun birazı da bizde mi bilmem ki. Bizim insanımız buraları beğenmeyip kaçarken, çocuk sayısı günden güne azalırken köyümüze Rizeli bir aile gelip yerleşti ki; bizim asla oturmayacağımız köyün dışında bir yerde, bize üç fazla gelirken tek başına altı çocuk, hem bulundukları yere hem köyümüze canlılık getirdiler neşe kattılar.
Istranca dağ köyleri son yıllarda giderek artan bir oranla; fotoğraf sanatçılarının ve doğa sporu yapanların, folklor araştırmacılarının özel ilgi alanı oluyor. Ah!... 'Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud' misali keşke onlar gereği gibi değerlendirilse bölge için yeter ama, maalesef kimine defineci gözüyle bakılır kimine manyak. Altın yumurtlayacak tavuğa benzetmek genelde akla gelmez. Burnumuzun dibinde, sınırın öte tarafında komşu köyler bu işten ekmek yerken bizde???
Son yıllarda bölgenin taliplileri arttı. Bir madenciler, bir de hani sözde deniz sevgisi adı altında tüm sahil boylarımızı betonlaştıranlar var ya; bölge onların talep baskısı altında. Onlar oralara doymuş şimdi gelip doğa sevgisiyle yeşilin ormanın göbeğine 'modern' beton binalarını dikiyorlar. Bölge sakin sessiz, bölge sahipsiz... Bölge insanı mutsuz, umutsuz huzursuz. Ev ve tarla komşusunun kim olduğunu bilememe endişesi ürperti veriyor. O güzelim sap örtülü 'iğmeli' samanlıklar, 'bağdadi' binalar kısacası binlerce yıllık bir kültür büyük bir hızla yok olup gidiyor. Yetişilebilenler hiç olmazsa fotoğraf karelerinde yaşatmak için orijinal haliyle fotoğraflanmaya çalışılıyor ama pek çoğu için artık yapılabilecek bir şey yok ve yarın her şey için çok geç kalınmış olabilir...

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol