Yedi haftanin yedi gününü köylerde geçirdik. "Geçirdik" diyorum zira Talat Heral ve Selahattin Demiraco ile beraberdik. Bu gezilerde ben eski köy ve köylü ile yeni köy ve köylü arasindaki farki tespite çalistim. Köy canlanmis mi, kalkinmis mi ona baktim. 1979 yilinda gezip gördügüm Balkan ülkelerinden Bulgaristan ve Romanya'daki köy ve köylü ile bizim köyün birbirine benzer taraflari olup olmadigini görmeye çalistim. Farklari ayrintilarda bulmaya çalistim.
Önce sunu söyleyeyim: Köy de köylü de eskiye oranla degismistir. Az buçuk kalkinmistir ve de canlanmistir. Ancak köylerde düsünce ve zihniyet pek degismis degildir. Sarikli, sakalli, kasketli, çarikli köylü gitmis, köye göre giyimli, saçi basi trasli, benizi canli ve kanli köylü gelmis. Yillar var ki artik Türk köyünde karasaban, orak, kavrama, kosa, ellik, dögen, çapalama, harman gibi isler kalkmistir. Köyü tariminda insan emeginin yerini makine almis, köylü yilin yarisindan fazlasini isle geçirdigi o eski köy hayati yerini baska seylere birakmistir. Daha dogrusu bu degisimde köy hayatinda bosluklar meydana gelmistir. YENI KÖY'de ilerlemeye, degisime yabanci ve mesafeli insanlar ortaya çikmistir. Tabii köy evinin çatisi, evin içindeki hayat eski köylünün evine, düzenine, yasam biçiminae benzemiyordur. Ancak köydeki insanin evine hala gazete ve kitap girmemistir. Köylü bugün itibariyle görsel ve sifai (sözlü) bilgiyi yeterli görmektedir. Kasabaya indigimde okunacak bir sey almak ihtiyaç degildir. Köyde okul hayatinin bitmesi, okulun köyü terk etmesi ile köy bakkalinda kalem, kagit satilmaz olmustur. Oysa bir kitabi "KÖYLÜLER" adi ile Türkçeye çevrilmis olan Fransiz Yazar Balzac'in Paris'teki heykelinin kaidesinde, "Napolyon'un kilici ile yapamadigini Balzac kalemi ile yapti" diye yazilidir. Çünkü kalem kiliçtan daha keskin, daha güçlüdür.
Köylerde üretim sorunu elbetteki basta geliyor. Yol, su ve elektrik öncelik tasiyor. Ancak köylülerin dilleri ve kültürleri de bunlar kadar el atilmasi gereken seylerdir. Bu ihmal edilmistir. Köylünün bu yani ihmal edilmeseydi, Cumhuriyetin hizi kesilmeseydi, Halk Egitimi sürdürülseydi, köylüye TOPRAK BILGISI verilseydi, köyde aydinlanmanin sinirlari daraltilmasaydi köylü bugün cehaletin sarmalinda ve bir takim saplantilarin çemberinde kendini tekrar edip durmazdi. Suskun degil, konusan bir kitle olurdu. Bugün köylü açik ve net konusmuyorsa, içine kapanmissa ve bir takim kavramlari açamiyor, kelimeleri anlamiyorsa, bir sey okumuyorsa bunun birilerine, bir köhne zihniyete yarar tarafi vardir.
Biz de köyler, köylüler ve KÖY DAVASI üzerine çok kitaplar yazilmistir. Köy, köylü igneden iplige anlatilmistir. Ancak köylüyü mansete çikaran Mustafa Kemal Atatürk'ten baskasi olmamistir. Mustafa Kemal'den sonra köye gidenler kendilerinden söz ettirmek için tapinak yakan Efesli gibi hareket etmislerdir. Bilindigi üzere Efesli Erostrates sirf adindan söz ettirmek için milattan önce 358 yilinda Diana Tapinagi'ni yakmistir.
Bir Fransiz düsünürü, "TOPRAÄzI OLANIN SAVAÅzI DA OLUR" der. Yani davasi olanin kavgasi, kavgasi olanin yarasi vardir. Bugün sandiktan baska demokrasinin neyi köye götürülmüstür? Yine de köylü kendi konusmasa da demokrasiden, Anayasa'dan, hukukun üstünlügünden, insan haklarindan söz edenlere kulak vermektedir. Hiç degilse köylü Sagir Sultan degildir. Bu DEÄzIÅzIM'in, ILERLEME'nin bir sürecidir. Olaya, köylere, köylülere öyle bakmak gerektigini düsünüyorum.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol