Atalarımız; bir musibet bin nasihatten yeğdir demişler. 17 Ağustos büyük depremiyle yakın tarihimizin en acı deprem gerçeğiyle yüzleşen Türkiye, yıllardır düşünceden öteye geçemeyen 'kentsel dönüşüm' projelerini başlattı. Yeni inşaatların depreme dayanıklılığı, eski ana ve sağlam yapıların başta ulaştırma ağırlıklı köprü, viyadük vb. sağlamlaştırma çalışmaları, inşaatların denetim mekanizmalarının sağlıklı işletilmesi gibi pek çok alanda çalışmalar tüm hızıyla sürüyor. Deprem artık sağlam yapıları yıkamıyor, olsa olsa belki duvarlarda çatlak, sıvalarda dökülme oluyor.
Ben daha ilk yazımda; eğer bu kadarcık bir şeye dayanamayacaklarsa zaten yıkılsın diye yazmıştım. 17 Aralık büyük girişimi karşısında gerek Ak Parti gerekse top yekün sistem sarsıntı testini başarıyla geçti, şimdi dayanıklılığı arttırma çalışmaları yapılıyor. Ne kimseyi savunmak gibi bir derdim var, ne de kimsenin bu acizin savunmasına ihtiyacı var, hele ki Başbakanın. Tam aksine bu iktidardan en büyük şikayetçi benim; ana geçim kaynağımız olan orman işçiliğinden elde ettiğimiz gelir adeta yok oldu, küçük çiftçi ve hayvancının hali malum. 1977 yılından sigorta başlangıcım var, emsallerim nerdeyse ikinci emekliliği hak edecek, biraz benim kısmetsizliğim biraz uygulama yanlışları, bunca yasa çıkarıldı adeta bir gün sigortası olmayanlar emekli oldu ben tabiri caiz ise eşekliğe devam, primlerimi ödeyebilsem can feda, ödeyemediğim için sağlıktan da yararlanamıyorum, kağıt üzerinde zenginim. Ama bakıyorum hayatta bir baltaya sap olmamış olmaya niyetlenmemiş bugün sosyal yardımlarla benden daha rahat bir yaşam süren adam şunu söylüyor: Başbakanın sonu iyi değil, ben de oy vermem. Oy vermezsen verme de sonu iyi değil ne demek, niçin iyi değil? Sebep algı... Ne demekse, nasıl beceriliyorsa algı. Diktatör dendi, zalim dendi, şimdi hırsız. ...öyle algılıyorum, bitti. Ya senin algılama sorunun varsa?
Yargı bağımsızlığını savunmaktan başka kimin ne seçeneği olabilir. Peki ya yargı kendine olan güveni zedeleyecek icraatlar içine girerse... Siyasetçinin ipleri bir anlamda milletin elinde istediği zaman çeker. Özellikle son yıllarda hem BİMER denen kuruma herkesin kolaylıkla ulaşması, hem de bütüne yakın kamu kurumlarının kamera sistemiyle donatılıp adeta gözetim altında olmasıyla bir anlamda bürokrasi denetim gözetim altındadır. Ya yargı? Onlar bilerek veya bilmeyerek hata yaparsa, suç işlerse onları kim denetleyecek. Doğruluk derecesi nedir tam bilmiyorum bir araştırma şirketi yetkilisinin açıklamalarına göre hazırlanan dosyaların sadece yüzde on yedisi cezai işlemle sonuçlanıyormuş.
Benim çok dikkatimi çekmişti; adliye ya da makam odası değil sanki basın bürosu, onlar da kurumun basın sözcüsü, laf çok. Gerilimi canlı tutabilmek için her yol mubah. Polisler oraya neden gitmişti bilmiyorum ama Zekeriya Öz'ün basın toplantısında kuşlar hemen haber vermiş; gazeteciler arasında üç polis var... Biri bizi nasıl da gözetliyor diye düşünmüştüm de: Ohoo meğerse o en masum olan icraatmış...
Bu oluşumdan ve yaşanacaklardan sadece iktidar değil belki tüm siyasi partiler haberdar gibi. MHP nispeten sessiz. Bir gazetecinin 'bizim yapamadığımızı Cemaat yaptı' dediği gibi, CHP yaşanacak muhtemel bir kavgayı önceden bilip bu karmaşa ortamından istifade seçim kazanmayı hedeflemiş görünüyor. Ama unuttukları ya da gözardı ettikleri bir şey var; demokrasilerde yönetimleri seçimle halk belirler, siyasetçinin karnesini seçmen doldurur. Bu güne kadarki tüm krizlerde seçmen demokrasiden yana tavır koydu, yanlış tarafta olanı da bitaraf olanı da bertaraf etti. Ciddi ciddi Gülen Hareketi'nin halkın oyuyla seçilmiş iktidarı devirmesini bekleyenler var. Demokratik bir sistemde legal veya illegal bir oluşumun iktidarı devireceği varsayılarak planlar yapmak, ona göre bir siyasi pozisyon almaya çalışmak düşündürücü. Varsayalım ki bu yolla iktidar devrildi, yerine geçecek olan size kim ne şans tanıyacak...
Çok özel, tekrar izlemekten bile büyük zevk alınan filmler olmakla beraber, genel anlamda aynı filmleri, hatta büyük değişiklerle çekilen benzerlerini izlemek zevk vermez. 17 Aralık'ın halktaki karşılığı bence bu oldu, herkes kendi tribünlerine oynadı, kendi seyirci ve taraftarından alkış aldı. Halk'ta karşılığı olan, belki yakın gelecekte önce muhalefet sonra iktidar adayı bir lider olabilecek Sarıgül bu süreçten zarar görürse yazık olur. Yakın siyasi geçmişimizdeki; Erkan Mumcu, Abdüllatif Şener örneği gibi bu kadar erken olmamalı... Diye düşünüyorken; Sarıgül'ün İstanbul'da seçim bürosu açılışında mikrofondan, genç oldukları anlaşılan partilileri azarlayarak: Kendi aranızda konuşacaksanız gidin konuşun,(alkışlar üzerine) oğlum benim gözümden bir şey kaçmaz, artistlik yapma, burada belediye meclisine girmek içinde yağ için fazladan alkış yapma, bas ... Eyvah! Bana denmiş gibi ben yerin dibine girdim, kaç kişi o insanların yerinde olmak ister ki. Bu değil mi; kibar, hoşgörülü herkese eşit mesafede, bambaşka bir siyasetçi, geleceğin demokrat lider adayı? Seçim atmosferi herkesi bir şekilde etkisi altına alıyor demek ki.
sairmehmet39@hotmail.com
0 539 839 75 78
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol