"ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!"

Hayırlı Cumalar sevgili okuyucular.
Bu hafta Çanakkale Zaferimizin yıldönümünün bulunduğu hafta. Bu münasebetle sizlere bu zaferimizden bahsedip sonrada bir soruya cevap vereceğiz imşaAllah. 18 Mart... Çanakkale Deniz Zaferinin 99. Yıldönümü... Hiç şüphe yok ki Çanakkale Savaşları, bir Türk destanıdır... Düşmanın Çanakkale önlerine yığdığı deniz kuvvetleri 18 zırhlı, 12 kruvazör, 17 muhrip, 12 denizaltı, 1 uçak gemisi 36 mayın gemisinden meydana geliyordu. Ayrıca 86 nakliye 222 de çıkarma gemisi vardı...
İngiliz Fransız filosunun 6 zırhlısı Türk topçularının isabetli atışları sonunda
batırıldı. 9 saat süren bombardıman esnasında düşman 506 top kullandı.
Nihayet Boğaz'dan geçemeyeceklerini anlayan İngiliz ve Fransızlar Gelibolu'ya asker çıkararak İstanbul'a karadan yürümeye karar verdiler. Ancak, burada da karşılarına vatan için can veren 250.000 Mehmetçik dikildi. Onlar da "etten duvar" oldular ve geçit vermediler...
Nihayetinde "Çanakkale geçilmez" diyerek çekip gittiler...
***
Çanakkale anlatmakla, yazmakla bitmez... Yine o günlerdeyiz... Gümüşhane'nin
Şiran ilçesinden "Yetimoğlu Mustafa"nın oğlu Üsteğmen Zahid, (Mülâzim-i
Sani Zahit Efendi) Çanakkale'de şehit olan kahramanlarımızdan biridir.
Vefatından önce hanımına yazdığı mektubu, buyurun ibretle okuyalım:
"Aziziye (Pınarbaşı) ilçesinin Kılıç Mehmet Bey Köyü'nden Ahmet Efendi kızı eşim Hanife Hanıma...
Bugünlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Sevgili vatanımızı savunmaya gidiyoruz. Gidip de gelememek, gelip de bıraktıklarımı  bulamamak var. Böyle olmakla beraber her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme... Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasib etti ise, bana şehitlik rütbesini nasip ettiği takdirde elbette ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu. Ancak, sana bir vasiyetim var:
Birincisi benim için kat'iyyen ağlama...
İkincisi, eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan 'mehr-i muaccel' ve 'mehr-i müeccel'ini al, üst tarafı ile bana bir mevlid-i şerif okut. Eğer bunlar sana olan borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma..."
Zahid Üsteğmen de Çanakkale Savaşının son şehitlerinden olmuştur...
***
Cephenin her yerinde enteresan hadiseler yaşanıyordu... Bu hatıra da Yüzbaşı Hasan Bey'le alakalı...
18 Mart 1915 Deniz Harekâtı'nda üstün başarılar gösteren Hasan-Mevkuf Batarya Kumandanı Yüzbaşı Hasan Bey'in kızı dünyaya gelmişti.
İstanbul'dan Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığına telgraf çekildi. Bu telgrafı alan Cevat Paşa atı ile bataryaya geldi ve Yüzbaşı Hasan Bey'e;
-Evlâdım Hasan, bir kızın dünyaya geldi, izinlisin, dedi.
Hasan Bey'in verdiği cevap erinden kumandanına kadar Çanakkale gazilerinin gönül dünyalarını aksettirmeye kâfî bir fedakârlık ve feragat ile doluydu:
-Kumandanım! Cepheden ayrılıp da gidemem. Bildirebilirseniz, ismini Dîdar koysunlar!..
O gece bütün batarya ile birlikte Yüzbaşı Hasan Bey de şehid olanlar arasındaydı... Ruhları şad olsun...
* * *
Bu savaşta Türk askeri, düşmanlarını bile kendine hayran bırakmıştır. Bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generalinin ülkesine döndükten sonra anlattığı bir hatırası şöyledir:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirler. Hiç unutmam Savaş alanında, vuruşma bitmiş yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
-Niçin öldürmek istediğin düşmana yardım ediyorsun?
-Bu asker yaralanınca cebinden yaşlı bir kadının resmi çıkardı, bir şeyler söyledi. Anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulup anasının yanına dönsün!..
Bu asil davranış karşısında hüngür hüngür ağladım. Bu sırada emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaranın yanaklarımdan süzülen yaşları dondurduğunu hissettim! Çünkü onun göğsünde, bizim askerinkinden daha ağır bir süngü yarası vardı... Az sonra ikisi de vefat etti..."
Evet, biz; Osmanlı terbiyesi ile yetişmiş, İslam ahlakını hücrelerine kadar yaşayarak örnek olmuş ve düşmanlarının bile övgüsünü almış bir ecdadın torunlarıyız. Şimdi değil düşmana birbirimize bile hoşgörü gösteremiyoruz.
Bize ne oldu?!.
Sual: Hazret-i Mevlana'nın, (Hocamı buldum, aklımı bıraktım) sözü için, Selefî biri, (Aklı olmayanın dini yoktur. Aklını kullanmadan nasıl dine uyulur?) diyerek o zatın sözünü tenkit ediyor. Bu uygun mudur?
CEVAP: Eğer o sözü İbni Teymiyye söylemiş olsaydı, altın yaldızla yazdırıp duvara asarlardı. Onlar özellikle Hazret-i Mevlana'ya hep ters bakarlar. Yani her sözünde yanlış ararlar.
Hazret-i Mevlana, aklı tenkit etmiyor, (İlim ve marifet sahibi büyük bir zatı bulunca, kendi aklımı onun aklından üstün görmem. Aklım bana, böyle büyük bir hocayı bulmamda yardım etti. Bundan sonra hocama tâbi olur, onun bildirdiği yolda giderim) demek istiyor.
Resulullah'ın vârisi olan Ehl-i sünnet âlimi veya mürşid-i kâmil, bizim göremediğimiz çok şeyi görür. Mesela, Hudeybiye Anlaşması'nda, müşrikler, akla aykırı ve çok ağır şartlar ileri sürdüler. Resulullah, (İmzalayalım) buyurunca, oradaki Eshab-ı kiramın hepsi akıllarını atıp (Peki) dediler. Çok geçmeden bu anlaşma müşriklerin aleyhine oldu. (Bu maddeyi kaldıralım) diye geldiler. Böylece Eshab-ı kiram, akıllarını bırakıp Resulullah'a uymakla isabet ettiklerini anladılar.
Hudeybiye Anlaşması'na göre, bir müşrik, Müslüman olursa, Müslümanlar bunu aralarına alamayacak, o kişi perişan olacak, tekrar müşrik olmaya zorlanmış olacaktı. Müslüman olduktan sonra tekrar mürted olanı ise, müşrikler tekrar saflarına alacaktı. Görünüşte bu anlaşma, Müslümanların aleyhine idi. Peygamber efendimiz, neticeyi peygamberlik nuruyla görüp imzaladı. Anlaşma Müslümanların lehine neticelenince, müşrikler, anlaşmayı bozmak zorunda kaldılar. (M. Ledünniyye)
Hudeybiye Anlaşması'nda olduğu gibi, yanlış gibi görünen bazı şeylerin doğru olduğu, doğru görünen şeylerin ise, yanlış olduğu zamanla anlaşılabiliyor. Bir âyet-i kerime meali:
(Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]
O hâlde, Hazret-i Mevlana'nın buyurduğu gibi, aklımız almasa da, Allah'a, Resulullah'a ve Resulullah'ın vârisleri olan âlimlere uymak gerekiyor. Bir beyt:
Göz dese de, bu çöldür, din, göl derse o göldür,
Hak emri karşısında, göz ve aklını öldür!
Sorularınız için : mustafaruzgar22@hotmail.com

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol