Son dönemlerde yaşanan olaylar, hele hele asker ve polislerimizin hain terör eylemleriyle peş peşe şehit edilmeleri; zaten tartışmalı olan 'çözüm süreci'nin sonuna mı gelindi sorusunu ister istemez akıllara getirdi. Bu sorunun akıllara gelmesinde; süreci başlatan ve yürüten, her türlü olumsuzluklara rağmen bu süreçten vazgeçilmeyeceğini, çözüme bu kadar yaklaşılmışken bunca kazanımların tahriklere ve bozma çabalarına rağmen heba edilmeyeceğini her fırsatta dile getiren iktidar yetkililerinin rest çeker tarzda açıklamaları da etkili oldu. Şimdilerde suların nispeten durulmasıyla gerek hükümet yetkilileri gerekse cumhurbaşkanı tarafından sürecin her şeye rağmen sonuç almaya yönelik sürdürüleceği, ancak her türlü iyi niyetli çabaya rağmen sürecin 'masanın öbür tarafındakilerin' tutum ve davranışları nedeniyle başarısızlığa uğratılıp son bulması halinde zararlı çıkacak olanın yine aynı taraf olacağı yönünde tehdit olarak bile algılanabilecek tarzda uyarıları hele cumhurbaşkanının; '... düşünmek bile istemiyorum' sözleri gündem oluşturdu.
... Kimbilir; ömrümüz olursa yıllar sonra bu süreç ve beraberinde yaşananlar hakkında ne düşünürüm ben ve benim gibiler gerçekten yanılmış olabilir miyiz zaman gösterecek. Ben başından beri çözüm sürecini destekleyenlerdenim. Ne pahasına olursa olsun barış ve kardeşlik diyemem ama; barıştan kardeşlikten hepimizin kazanacağına, bu güne kadar yeterince kaybettiğimiz gibi çözümsüzlükten, çatışma ortamından sadece onların değil hepimizin kaybedeceğine inanırım.
1. Dünya Savaşı, ardından gelen işgal yılları ve Kurtuluş Savaşı yıllarında farklı cephelerde, farklı yöntemlerle, belki birbirinden habersiz ama aynı amaç uğrunda ayrı gayrılık gözetmeksizin yapılan mücadelemiz eşine ender rastlanır bir başarıya ulaşmış mazlum milletlere örnek teşkil etmiş. 2. Dünya Savaşı yıllarında Avrupa'yı ikiye bölen savaş sınırımıza gelip dayanmış, yaşanan tüm zorluklara rağmen kimse ülkemizi işgal etme cesaretini gösterememiş, hem sıcak savaşın hem de ardından gelen katı Sovyet rejiminin dışında kalmışız.
Etrafımızı büyük ölçüde çeviren 'Doğu Bloku' ülkelerinde doksanlı yılların başında yaşanan değişim depremi ile haritalar değişti değişti, ülkeler bölündü, gelip sınırlarımıza dayanıp kaldı. Son yıllarda sözde 'Arap Baharı' diye başlatılan bizi de içine alması planlanan yangın Ortadoğu'yu kan gölüne, enkaz yığınına çevirdi, her türlü iç ve dış çabalara rağmen sıcaklığı bizi derinden rahatsız etse de sınırlarımızda dayandı kaldı.
Türkiye; bin yıllık devlet geleneğiyle 'bir musibet bin nasihatten yeğdir' misali on yıllardır yakın ve uzak komşularının başına gelen bu musibetlerden gerekli dersleri alarak gerek yapay gerekse doğal olan bu felâketlerden kendini korumayı başardı. Darbe dönemleri hariç hep normalleşme çabası içinde oldu. Özellikle güçlü ordusu sayesinde dışarıdan yönelen tehditlerle baş ederken, içerde de yönetimler kendi halkıyla barışık oldu, olmalı. Milletimiz o yönüyle her türlü takdiri hak ediyor. Ülkemize dışarıdan yöneltilen tehditleri her zamanki gibi bertaraf edebilmek için, bu fırtınalara depremlere dayanabilmek için, kendi içimizdeki gerginlikleri, kırgınlıkları, istismar konusu olabilecek sorunları bir bir ortadan kaldırmalı, bize aşılanmaya çalışılan Türk- Kürt, alevi - sünni vb. tartışmalardan uzak kalmalıyız.
Son yıllarda özellikle açılım politikaları sayesinde, hep üzeri kapatılarak tedavi edilmeye çalışılan bazı dertler artık kesin tedavi amacıyla masaya yatırılmış, gerekli operasyonlar yapılmaktadır. Bu sebepledir ki sözüm ona 'Arap Baharı'nın bizde uygulanmak istenen şekli olan ''Gezi'' olayları ve aynı senaryonun ürünü olan 6-7 Ekim olayları da devletimizin ve milletimizin sağduyusu sayesinde başarısızlığa uğramıştır.
AYRIŞMA DEĞİL NORMALLEŞMEDİR: Yıllardır haksız dayanaksız mağdur edilen, başta eğitim olmak üzere bir çok temel hakları ellerinden alınan, sırf inançları nedeniyle başlarını örten, değişik giyinen insanlara bazı haklar veriliyor diye açılımlara ve demokratikleşme hamlelerine karşı çıkmak, bence pek akıl kârı değildir. 6 - 7 Ekim olaylarından sonra bir kez daha sokağa çıkma çağrısı yapanlara kızan, ses kayıtları haber bültenlerine konu olan Kürt vatandaşlarımızın uçakta karşılaştıkları Selâhattin Demirtaş'a sokağa çıkma çağrıları nedeniyle gösterdiği: Benim oğlum sizin yüzünüzden yaralandı şeklindeki tehditkâr tepkiler aslında işin özünü gösteriyor. Gel de şimdi bu insanları genel olarak suçla, aynı muameleye tabi tut.
İstiklâl Marşı dizelerinde Mehmet Akif'in: Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar... Dediği gibi, her türlü entrika bizim milletimizin iman ve kardeşlik duygularıyla dolu çelik göğsüne çarpıp geri dönecektir, dönmelidir.
Bu gün Adnan Menderes ve arkadaşlarının anıt mezarların altından yapsanız ne olur. Nazım Hikmet'i, Ahmet Kaya'yı (getiremezsiniz de) getirip altın mezarlara koysanız ne olur.
sairmehmet39@hotmail.com
0 539 839 75 78
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol