CUMHURİYET ÖĞRETMENİ KÖYE GİDERKEN KENDİSİNE NE VERİLİR NE SÖYLENİRDİ

Düzen bozulmamışsa, toplum bozularak değişmemiş ise geçmişten örnek almaya gerek yoktur. Ancak Türk toplumunda DEĞİŞİM bozularak devam ettiği için ''ESKİDEN BÖYLE DEĞİLDİ'' deme gereğini duymakta, geçmişin güzel geleneklerinden, uygulamalarından örnekler verme ihtiyacını duymaktayız. Ancak bu “GEÇMİŞİ GELECEĞE KAMBUR ETMEK'' değildir. Yapılan şey geçmişten ders almaktır.
Cumhuriyet Dönemi'nin ilk öğretmenleri 1928 yılında öğretmen okullarından mezun olup, köylere gitmişlerdir. Cumhuriyet okulları genellikle Cumhuriyetin ilanından sonra açılmışlardır. Açılıp da öğretmeni olmayan okulların 3. sınıfa kadar olan öğrencileri okutmak üzere EĞİTMENLER'e görev verilmiştir. Eğitmenler, Cumhuriyetin öğretmensiz okula geçici olarak bulduğu pratik ve yararlı bir çaredir. Eğitmenler 3. sınıfa kadar öğrencileri okutmada başarılı olmuşlardır.
Çok partili hayata yani 1946-1950'li yıllara kadar Cumhuriyetin en önemli insanı öğretmendi. O, okuldan çıkıp köye ve kasabaya giderken törenlerle uğurlanırdı. Cumhuriyetin Valisi, Kaymakamı, Bucak Müdürü öğretmenin yanındaydı. Öğretmenler köye ''AKZAMBAKLAR ÜLKESİ FİNLANDİYA'' ve ''MEFKÜRECİ MUALLİM (ÜLKÜCÜ ÖĞRETMEN)” kitapları ile uğurlanır ve kendilerine şunlar söylenirdi:
'' Türk öğretmeni ve Türk genci için ahlaklı olmak vazifenin başarı ile yerine getirilmesi idi. Türk öğretmeninden beklenen en yüksek vazife, memleket işleri etrafında faal, fedakar ve özveri sahibi şahsiyet olmaktır. TÜRKÇÜLÜK, TÜRKLERİ SEVMEK ve TÜRKLÜĞÜN YÜCELMESİNE ÇALIŞMAKTIR. Ülkende gördüğün, ellediğin her şey senindir. SAĞ ELİNLE YAPTIĞIN YARDIMI SOL ELİN DUYMASIN'' Ataların böyle söylerdi. Öğretmen olacaksın. Bu hayatın dinmek bilmeyen ve keder kabul etmeyen mücadeleleri için kalbinde bir aşk yoksa yolunu değiştir, derlerdi. Öğretmen bu bilgi ve inançla köyün karanlığı, geriliği üstüne giderdi. Cumhuriyetin ilk öğretmeni donanımlı idi. Yani iyi yetişmişti. Ve her şeyden evvel yurtseverdi. Yüreği yurt sevgisi ile dolu idi. Orta ülkenin dağında, bayırında, çayırında karanlıkta, bir Cumhuriyet coşkusu, Mustafa Kemal Sevgisi vardı. Herkes herkesle barışıktı ve fedakarlık içerisindeydi. Halk yoksuldu, giyimi kuşamı eskiydi, yamalıydı ama yüreği büyüktü. Ülküsü kutsaldı, gayesi ve amacı vardı. O da Cumhuriyete ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e layık olmaktı. Ya şimdi? Gidişatımızı beğenen var mı?
Ulusal ülküler, ulusal hedefler, ülke için özverili çalışmalar, kaybolmuş, insanlar birbirine güvenmez olmuştur. ''Ben çıkarıma bakarım, ülkenin enayisi benmiyim'' diyenler çoğalmıştır. Yamukluk yapmak marifet sayılmıştır. Kurnazlık akıllı yaşamak şeklinde algılanır olmuştur. İnsanlar ulusa başarılarla coşmayı unutmuşlardır. Bu bir çürümedir. Ulusal coşkuyu yitirmek, toplumsal dokunun zayıflaması, toplumun kalıp değiştirmesidir. Şüphesiz bu BOZULARAK DEĞİŞİM'in bilimsel ve sosyolojik bir tanımı vardır. Fakat ne yazık ki onu söyleyen yoktur. Herkes susmuş, bir şeyleri, bir yıkıntıyı seyreder gibidir. Bu durumda toplum olarak bir şeyleri yitirdiğimizin farkında değiliz ama bazı ulusal ve geleneksel değerlerimizin ve her şeyden önce TOPLUMSAL BARIŞ'IN YARA ALDIĞI İNSANLARIN BİRBİRLERİNE GÜVENMEDİKLERİ ORTADADIR. Burada duralım, bir DURUM MUHAKEMESİ yapalım, kar ve zararı görelim ve ATATÜRKÇÜ ÇİZGİ' ye dönelim. Biz ve bütün dünya biliyor ki Atatürk'ün Yolu kılcılıktır, gerçekçiliktir, Yurtseverliktir, ilericiliktir, ulusalcılıktır. 

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol