1927 yılında yapılan Cumhuriyet'in ilk nüfus sayımında halkın yüzde 90'ının okuma - yazma bilmediği ortaya çıkmıştır. Ülkenin 11 - 12 milyon olan nüfusunu yine yüzde 90'ının okuma yazma bilmemesi bir felaket ve tehlike olarak görülmüştür. "Bütün yurtta 64'ü Ortaokul, 23'ü lise olmak üzere toplam 3835 okul, 274.483 öğrenci vardı. Halkın bu CEHALET'i Osmanlı'nın Türk halkına mirası idi. Günümüzde "OSMANLILIK" yapanların çok iyi bildiği bu acı gerçeğin sahibi Cumhuriyetten önce ülkeyi yönetenlerdir, yani Osmanlılar'dır. Avrupa'dan matbaayı 280 yıl gecikmeli alan, Cumhuriyete kadar geçen 150 yılda ancak 25 bin kitap basan ve bu kitapları da büyük merkezlerdeki okumuşların ellerinde bırakan Osmanlılar, Padişah'ın kullarını cehaletin pençesinde bırakmışlardır. Fakat ne var ki bunu kimse söylemiyor. Bir halkı okutmamak, eğitmemek en büyük ihanettir.
Cumhuriyeti ilan edenler okuma yazma bilmeyen bir kuru kalabalık ile karşı karşıya idiler. Ancak halkı aydınlığa çıkarmak gerekiyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal ATATÜRK önce yazı değişikliği yapmanın gerektiğini düşündü. O sıra Yazı Arapça, Dil Osmanlıca idi. Osmanlıca, Türkçe, Arapça ve Farsça(İran) dillerinden alınmış kelimelerden oluşmuş, karma bir dildi. Halkı yönetenler bu dili yani Osmanlıca'yı kullanıyorlardı. O sıra dilimizde bulunan on bin Türkçe kelimeye karşılık 70 bin kelime Arapça ve Farsça idi. Mustafa Kemal bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için HARF ve YAZI DEĞİŞİKLİĞİ yaptı. Tabii HARF DEVRİMİ Mustafa Kemal'in yaptığı en zorlu devrimlerden biri idi. Çünkü dil ve yazı değiştirmek KÜLTÜR DEĞİŞTİRMEK demekti. Hatta daha ileri anlamı ile KAFA ve DÜŞÜNCE DEĞİŞTİRMEK demek oluyordu. Bununla halk Doğu'ya bakarken bu kez Batı'ya bakacak, yönünü, yörüngesini Batı'ya çevirmiş olacaktır. Bu değişikliğe büyük itirazlar oldu. Halkın geçmişinden kapacağı, kültürünü unutacağı yazılıp söylendi. Ancak Atatürk yazı değişikliğinden vazgeçmedi.
Atatürk'ün Başbakan'ı İsmet İnönü Eğitim Davası'nı "MİLLET OLMAK İNSAN OLMAK DAVASI" olarak ilan etmiştir. Eğitimin, Okuma-Yazma Seferberliği'nin başına Mustafa Necati'yi daha sonra da Reşit Galib'i getirdi. 1930'lu yıllarda eğitim ve öğretime damgaları vuran bu iki Milli Eğitim Bakanından sonra 1940'lı yıllarda Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim'in başına getirilmesi Laik Cumhuriyet'in öngördüğü Laik Eğitim Sistemi'nin oluşması sürecini tamamladı. Ancak 1940'lı yılların ortalarında çok partili hayata geçiş yapılınca, yeni partiler kurulunca EĞİTİM SİSTEMİ üzerinde oynanmaya, Eğitim Birliği'ni bozmaya yönelik eğilimler, girişimler olmaya başladı ve bugün geldiğimiz nokta, orasından burasından çekilmiş, sökülmüş, yamalı bohçaya dönmüş, okuduğunu anlamayan, anlatamayan kuşaklar yetiştiren bir sistem ortaya çıkmıştır. Türkiye Koşullarına, gerçeklerine yanıt vermeyen bir sistem.
Bir ülkenin, bir ulusun eğitimi stratejik bir konu ve sorundur. İlerlemenin, kalkınmanın, uygarlaşmanın yolunu açan, İnsanı İyileştiren, İnsanı İnsan yapan bir eylemdir, bir uğraştır. Ülkelerin eğitim sistemleri öyle çabuk oluşmaz. Oluştuğu zaman da değişikliği zaman alır. Eğitim yapanların ne dediklerine bakılır. Bunun için Yıl Sonu Eğitim Şurası yapılır, verim değerlendirilir, başarısızlık varsa tartışılır ve düzeltme yoluna gidilir. 40 - 50 yıl önce bu yol izlenirdi.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol