Muktedir ile annesi, derme çatma yer evlerinin önünde pilileri yemlerken, gök bulutu üzerlerine çökmüş ağlıyordu. Sadece gözlerin konuştuğu sessizliği hatun bozdu.
- Muktedir!
- Buyur ana!
- Pilileri yemleyince karşı çayıra gidelim. Yoncayı biçer bağlarız. Babana hazır ederiz, öğle yemeğini de orada yeriz bahçeden soğan, domates biber toplarız. Ayrıca sana söyleyeceklerim var.
Aslında hiç mı hiç gidesim yok ama annemin söyleyecekleri çok önemli olmalı ki beni çayıra, özellikle teşvik edici bir ima ile çağırıyordu. Gerçekte benim adım nüfus cüzdanında Metin olarak geçiyor. Annem dedemin arzusu dışında evlendiği için ne dedem tarafından ne de halalarım ve amcalarım tarafından pek sevilmiyorduk.
Bahçelerinde envay çeşit meyve ağacı vardı. Tüm meyvelerden köydeki çocuklara koyunlarına dolduruncaya kadar vermelerine rağmen ben gittiğimde bir tane bile vermek istemiyorlardı. Köyde insanlara çeşitli konularda yardımcı oldukları için herkes onları seviyordu. Annemi ise dedemler ve ailesi sevmediği için köyde kimse sevmiyordu. Tabii onun oğlu olduğum için beni de kimse sevmiyordu. Hangi konuda olursa olsun vardığım tüm kapılar yüzüme kapanıyor, günler önce heyecan içinde beklediğim dini bayramlarda, dedem, halam ve amcamlar hatta herkes çocuklara para verirken bana ellerini dahi vermek istememesi beni derinden yaralıyordu.
Benim hayattaki varlığım, bana yaşama gücü veren iki insan vardı. Biri; henüz hayatımın gonca yaşamında yetim kalmamın fitilini ateşleyen, fırsat buldukça bahçe ve çayırda, zaman zaman inşaatlarda çalışan, kazandığını ailesi için sarf eden, çaresizliğinde isyanı ve nefsinin mahkûmiyeti ile ölümü seçen babam, diğeri ise hızla uçuruma yuvarlandığımı gören yüreği yaralı, her gün gözyaşlarının eşliğinde bana bir şeyler anlatan bir çift göz ve konuşmayan dilin maliki annem. Bu iki varlığın ve onlara olan sevgisizliğin rolünü üstlenen sahte dünya melekleri arasında günümü gün ediyordum. Ölümün soğuk tenini hissedercesine zaman zaman ateşlenip ağrılarıma katlanamadığım zamanlarda bile hasta olduğumdan bahsedilmesini istemiyordum. Plastik bir yaprak gibi gıdım gıdım erirken bile bana masum masum bakan sahte sevgilere inat etrafa gülücükler saçıyordum. Taa ki annemle bahçede konuşana dek.
Annem bir taraftan pilileri yemlerken gözyaşlarını gizlemeye çalışıyordu. Babam ise kasabada iş aramaktaydı.
- Muktedir, oğluummm! derken yüreği ağzına geliyordu.
- He ana de bakalım. Dediğimde yutkunup kısa bir sessizlikten sonra yine başlar.
-Muktedir, oğlum! günden güne eriyorsun, sen acı çektikçe benim ciğerim sökülüyor. Gel yarın doktora gidelim.
O güne kadar annemin gözyaşları içerisindeki yakarışlarını önemsemiyordum ama bu sefer başkaydı… içimden bir ses He dememi istiyordu.
- Hee gidelim ana! Gidelim!
- Ha benim iki gözüm, baban gelende varalım hastaneye.
Henüz hayatımın pembe açmazında, doktorların kucağında beyhude birpişmanlıkla, mazinin koridorlarında sürükleniyordum. Hastanede kendime geldiğimde " Bana ne oldu? Ben kimim? Neredeyim? Diye inlediğim sırada açık kapı aralığından doktorun gözü yaşlı annemle gizli gizli konuşurken ecelimi duyabileceğimi, hayat arkadaşım ölümle kucak kucağa yaşayacağımı hiç mi hiç düşünmemiştim. Annemin yakaran sözleri beni kendime getirdi.
Öykümün devamında yarın buluşmak ümidiyle;
Sevgiyle kalın, hoşça kalın.
Alâeddin İKİCAN
İLESAM İl Temsilcisi
e - posta : alaeddinikican@gmail.com
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol