"HAKİKİ REHBER ARAMAK LAZIMDIR!"

Hayırlı Cumalar sevgili okuyucular. “Rehber buluncaya kadar, rehbere kavuşturması için, Allahü teâlâya yalvarmalıdır. Tasavvuf yolunda gözetilmesi lâzım olan şartları da öğrenmek ve bunlara riâyet etmek lâzımdır." Her Müslümanın kendisine, Allahü teâlânın feyizlerine kavuşmuş olan kâmil ve mükemmil, yani Resûlullah efendimizin vârisi olan hakîkî bir rehber bularak, onun kalbine gelen ilâhî feyizlerden, nûrlardan almaya çalışması lâzımdır. Hakîkî rehber bulunmadığı zamanlarda, kendinden haberi olmayan, îmânı ve küfrü birbirinden ayıramayan tarîkatçılara, taklîtçi şeyhlere aldanmamalıdır. Çünkü hakiki rehberler, ehl-i sünnet âlimleri, tasavvuf büyükleridir. Peygamber efendimiz; (Ümmetimin âlimlerine hürmet ediniz! Onlar yeryüzünün yıldızlarıdır) buyurmuştur. Alvân Hamevî hazretleri, sevdiklerinden birine hitaben buyuruyor ki: “Ey kardeşim, kendine bir rehber ara. Bozuk kimselerin o büyükler hakkındaki sözlerine değer verme. Bir rehber bulamazsan, âlimlerden, Resûlullah efendimizin mübârek hayâtını, Eshâbının, Tâbiîn ve bu büyüklerin yolunda gidenlerin hayatlarını öğren, onların yürüdüğü yolda yürü. Bu sûretle onların kavuştuklarına kavuşursun. Mezhebinin imâmı olan zâtın yolunda yürü ve ona uy. Zamanımızdaki âlim geçinen bozuk îtikât sâhiplerine aldanma, onlara uyma ve yaklaşma, onların meclisinde de bulunma. İbn-i Atâ, Hikem isimli eserinde; ‘Kendi nefsinden râzı olmayan câhille berâber bulunman, nefsinden râzı olan âlimle berâber olmaktan hayırlıdır, iyidir. Yaşayışı ile sana fayda vermeyen kimseyle arkadaş olma. Takvâ ehlinin, harâmlardan kaçanın kölesi, hizmetçisi ol, onu sev. Belki, Allahü teâlâ bu vesîle ile seni onların arasına katar’ buyurmaktadır. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde Yûnus sûresinin 62. ve 64. âyetlerinde meâlen (Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azap korkusu yoktur. Nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur. Onlar îmân edip takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayâtında da âhirette de onlar için müjdeler vardır) buyuruyor.” Netice olarak, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin buyurduğu gibi: “Rehber buluncaya kadar, rehbere kavuşturması için, Allahü teâlâya yalvarmalıdır. Tasavvuf yolunda gözetilmesi lâzım olan şartları da öğrenmek ve bunlara riâyet etmek lâzımdır. Bu şartların en başta geleni, nefse uymamaktır. Bu da, verâ ve takvâ ile olur. Verâ ve takvâ, harâmlardan sakınmak demektir. Harâmlardan sakınabilmek için, mubâhların lüzûmundan fazlasını terk etmelidir. Çünkü mubâhları, yani yasak olmayan şeyleri, alabildiğine yapan kimse, şüpheli olanları işlemeye başlar. Bunlar ise, harâma yakındır, yani harâm işlemek ihtimâli çok olur. Uçurumun kenârında yürüyen, içine düşebilir. Demek ki, harâmdan sakınabilmek için, mubâhların fazlasından kaçmak lâzımdır.” Kendi görüşünü beğenen sapıtır Kibriyâ, büyüklük sıfatı, Allahü teâlâya mahsustur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Kibrin zararını bilmeyen kimse için âlim demek, yalan olur. İnsanın ilmi arttıkça, Allahü teâlâdan korkması artar, günah işlemeye cesaret edemez. Hadîd sûresinin 23. âyetinde meâlen; (Allahın size verdiği nimetlerle şımarmayınız! Kaybettiğiniz maldan ötürü üzülmeyiniz! Allah, kendini beğenen kibirli kimseleri sevmez) buyurulmuştur. İnsan deyince, insanın nefsi anlaşılır. Herkes 'ben' deyince nefsini bildirmektedir. Nefsini beğenen kimse ise, muhakkak helâka, felâkete düçâr olur. Kendini beğenen kimse, hep ben, ben der. Toplantılarda baş tarafta bulunmak ister. Her türlü sözünün kabul olunmasını ister. Hadîs-i kudsîde; (Nefsini, düşmanın bil! Çünkü o, bana düşmandır) buyuruldu. Hazreti Ali, oğlu hazreti Hüseyin'e nasihat olarak buyurur ki: “Ey oğul! Sana gizlide ve açıkta Allahü teâlâdan korkmayı, doğruyu söylemeyi, zenginlikte ve fakirlikte iktisatlı olmayı, dosta düşmana adâletli davranmayı, çalışkan olmayı, darlıkta ve genişlikte Allahü teâlânın takdîrine rızâ göstermeyi tavsiye ederim. İstemediğin bir şeyin sonu Cennet ise, buna şer denmez. Hoşuna giden bir şeyin sonu Cehennem ise, buna da hayır denmez. Ey oğul? Bil ki, kim kendi ayıbına bakarsa, başkalarının ayıbı ile uğraşmaz. Allahü teâlânın taksimine râzı olan kimse, kaybettiği şeyden dolayı üzülmez. Azgınlık ve taşkınlık kılıncını çekenin, kendisi öldürülür. Kim başkasının kuyusunu kazarsa, oraya kendisi düşer. Başkasının perdesini yırtanın, kendi çoluk çocuğunun gizli şeyleri ortaya çıkar. Kendi hatasını unutan, başkasının hatasını büyük görür. Denize dalan boğulur. Kendi görüşünü beğenen sapıtır, yolunu şaşırır. Aklını kâfi gören, aklım bana yeterlidir diyen, ayağı kayar ve düşer, insanlara karşı kibirlilik gösteren, hor ve hakîr olur. Nefsinin arzu ve isteklerini terk eden, hür olur. Hasedi bırakanı, insanlar sever.” İmâm-ı Gazâlî hazretleri bir talebesine hitaben buyurur ki: “İlim öğrenmekten maksadın eğer dünya menfâatlerini toplamak, Müslümanlara büyüklük göstermek idi ise, sana yazıklar olsun! Çok aldanmışsın. Yok eğer maksadın, Muhammed aleyhisselâmın dînine yardım etmek, ahlâkını temizlemek ve nefsini kırmak idi ise, sana müjdeler olsun!” Netice olarak, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin buyurduğu gibi: “İyi kul, sâhibinin yaptıklarından râzı olan, onları beğenen kuldur. Kendi isteklerini beğenen kimse, kendine kuldur.” SUAL: (Namazda tertip, yani sırayla kılmak farzdır. Unutulan bir rükün sonradan yapılırsa secde-i sehv ile namaz kurtulur) deniyor. S. Ebediyye’de, (Farz kılarken, son rekâtta oturmayıp ayağa kalkarsa, secdeye inince hatırladı ise, farz namazı, nafile şekline döner) deniyor. Farz olan son oturuş geciktirilerek yapılmıştır, farz gecikince niye namaz nafile oluyor? Secde-i sehv yapılsa da yine farz yerine gelmez mi? CEVAP: Secde-i sehvle yerine gelmez. Çünkü farz olan son oturuş terk edilmiş oluyor. Farz terk edilince secde-i sehv kurtarmaz. Kılınan namaz nafile olur. Sorularınız ve görüşleriniz için mustafaruzgar22@hotmail.com

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol