MEŞRUTİYETTEN CUMHURİYETE ZORLU YILLAR

Falih Rıfkı Atay, Osmanlı Devleti'nin son yıllarını "ÇÖZGÜN", "BOZGUN" ve "BATIŞ" olarak nitelendirir. "Duraklama", "Gerileme" ve "Dağılma" ise bu olayın bir başka biçimde ifadesidir. Bu süreçte 1839 Tanzimatı, 1856 Islahat Fermanı, 1876'da ve 1908'de ilan edilen Birinci ve İkinci Meşrutiyetler Batılılaşma'da, Cumhuriyet'e giden yolda önemli dönüm noktalarıdır. Ancak, imparatorluğun yazgısını tayin edecek olan etkili iç ve dış olaylar 1908-1918 yıllarını kapsayan on yıllık süreçte meydana gelmiştir. Bunlar meşhur "31 Mart Vakası", padişahların tahttan indirilip bindirilmesi, Hareket Ordusu'nun Selanik'ten İstanbul'a yürümesi, Balkan Savaşı sırasında üst düzey devlet adamlarının öldürülmeleri, hükümetlerin devrilmesi, 1911 Trablusgarb, 1912 Balkan ve 1914'te Birinci Dünya Savaşları'nın çıkması, bunların büyük can, mal ve toprak kayıplarına neden olması bu on yıllık zamana rastlayan olaylardır.  Bu on yıl, yakın tarihin en çalkantılı, en hareketli yılları olmuştur. Osmanlı Devleti 1839'dan itibaren Avrupalı devletlerin istekleri ve dayatmaları ile idari, askeri, hukuki alanlarda düzenlemelere gitmiş, ileri ülkelerin standartlarına uyum sağlamaya çalışmış ise de sonuç alamamıştır. Çünkü, tüm bu düzenlemeler, iyileştirmeler, kurumlaşmalar bir üstyapı niteliği taşıdığı için olay devletin çatısını onarmaktan öte bir anlam ifade etmemiştir. Yenilikler, iyileştirmeler tabana inmemiş, Padişah'ın ümmeti uykudan uyandırılmamıştır. Osmanlı'nın kırsal alanlarında yüzyıllar boyu süren uyku hali devam etmiştir. Hareket Ordusu'nun Selanik'ten getirdiği Hürriyet, Adalet, Müsavat (Eşitlik) ve Kardeşlik sözde kalmıştır. Rıza Tevfik gibi aydınlar halka at sırtında hürriyeti telkin etmek ve anlatmakla kalmışlardır. Hastalığı teşhise çalışanlar, devleti kurtarmayı düşleyenler hayal görmüşlerdir. Ne yeni Osmanlılar, ne Jöntürkler (Yeni Türkler), ne İttihat ve Terakkiciler ve ne de daha sonra ortaya çıkacak olan Türkçüler, Mustafa Kemal Cumhuriyeti gibi bir Cumhuriyet'i düşünmemişlerdir. Bu bağlamda Sakallı İnkılapçı Ali Suavi başını vermekle kalmıştır. Yenilik Hareketleri'nin halkla bağlantısı hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. Topluma vaat edilen hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik gelmemiştir. Halkın elleri bütün bu güzel şeyleri alkışlarken havada kalmıştır. Doğmayan Hürriyet, gelmeyen Adalet, gerçekleşmeyen Eşitlik, Mustafa Kemal'in daha sonra gerçekleştireceği 1923 CUMHURİYET DEVRİMİ'ne kadar beklemiştir. Buna belki arkası arkaya gelen savaşların engel olduğu söylenebilir ama bu yeterli bir neden değildir. Çünkü, Osmanlı'da devlet yönetimi hiçbir zaman halka dayanmamış, Yenilik Hareketleri halkı kapsamı içerisine almamıştır. Zira "halkın okulu, eğitimi, aydını, kadrosu yoktu." Halkı dışlamış, Türk soyunu horlamış olan Osmanlı'da devleti, devletin sahibi durumunda olan İkbal ve İktidar zümresini kurtarmak amaç olmuştur. İmparatorluk mozağini meydana getiren parçalar birer birer koparken, Osmanlı toprakları “orası senin burası benim” diyerek paylaşılırken ve bağımsızlıklarını kazanırlarken devletin asli unsuru olan Türk, ortada kalmıştır. O, müslümanlığını biliyordu da kimliğini bilmiyordu. “VATAN” neresi idi, o da ortada yoktu. Ona göre vatan tarlasıydı, mahallesiydi. Nitekim daha sonraki aşamada “VATAN NE TÜRKİYEDİR, NE TÜRKİSTAN-VATAN BÜYÜK BİR ÜLKEDİR TURAN” denecektir.   

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol