"Mal sahibi, mülk sahibi!"

Ne güzel söylemiş merhum Yunus Emre: "Mal sahibi, mülk sahibi/Hani bunun ilk sahibi?/Mal da yalan, mülk de yalan/Var biraz da sen oyalan..."
Hayat, bir rüya, bir film gibi sanki. Yazılı bir senaryonun oyuncularıyız. Bizden öncekiler oyunlarını oynayıp geçip gittiler... Merhum Yunus Emre ne güzel söylemiş: "Mal sahibi, mülk sahibi/Hani bunun ilk sahibi?/Mal da yalan, mülk de yalan/Var biraz da sen oyalan..."
Atalarımız demişler ya: "At ölür, meydan kalır. Yiğit ölür, şan kalır..."
Gökkubbenin altında, nerede olursa olsun bütün insanlar, kendilerinden sonrakilere bir şeyler bırakabildilerse bahtiyar bir şekilde gülerek ölürler.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır."
***
Bizim dilimizde "gurbet" basit bir kelime değildir. Maddi ve manevi bütün ayrılıkların, bütün yalnızlıkların adıdır. Çoban da kullanır gurbet sözcüğünü, evliya olan ârifler de. Çobanın anladığı gurbet kendi köyünden uzak kalmaktır. Ârif olanların gurbeti, Rabbinden ayrı kalmasıdır.
Rabbini bulan, bütün nimetlere, güzelliklere kavuşmuştur. O'nu kaybeden ise her şeyi kaybetmiştir. Hazreti Ali radıyallahü anh, oğlu Hazreti Hasan'a buyurdu ki: "Garip, Allah için bir dostu olmayan adamdır."
Fudayl bin İyad hazretleri de gurbeti başka bir tarzda tarif ediyor. "Faziletli, güzel ahlaklı kişilere gurbet olmaz. Onlar, yabancı yerlerde de olsalar, çevre edinirler, dost bulurlar. Kötü insanlar ise kendi memleketlerinde olsalar bile garip sayılırlar. Kimse onları sevmez, beraber olmak istemezler..."
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza "gurbetçi" diyorlar. Aslına bakarsanız hepimiz gurbetçiyiz. Dünyada kalıcı değiliz, geldik gidiyoruz...
Bir gün sevgili Peygamberimiz aleyhisselam mübarek elini Abdullah bin Ömer'in omuzuna koyarak şöyle buyurdu:
"Sen kendini dünyada ya garip bil veya yolcu. Ya da kendini kabir ehlinden say."
Bu dünyada hem garibiz, hem yolcuyuz. Garibiz, çünkü daha önce burada değildik. Yolcuyuz, istesek de bizi burada durdurmazlar. Hepimiz burada misafiriz. Misafir bir gün memleketine döner. Sahip olduğumuz ne varsa hepsi emanettir. Emanetler de bir gün sahibine teslim edilir.
İnsanoğlu her gün bir adım ölüme yaklaşıyor. Kazandığı servete çocuklar gibi seviniyor, kaybettiği zamanına acımıyor.
Neye yarar o servet ki, başkalarına nasip olacak. Belki de en sevmediğimiz kimselere kalacak!..
Dindar olmak gerici olmak değildir!..
Şimdi bir hanımefendiye deseniz ki: "Eskiden çamaşırlar elde yıkanırdı, sen de eskiden olduğu gibi çamaşırları elinle yıka, onlar gibi ol!" İkna edebilir misiniz?
İnsanoğlu, her geçen gün ilerleme kaydetmekte, yeni buluşlar ve keşifler elde etmekte ve daha ileri seviyelere ulaşabilmektedir. Bu ise ona ihsan edilen akıl sayesindedir. Aklı olmayan hayvanların yaşayışlarında hiçbir değişiklik söz konusu olamaz... İlk yaratılan karınca, toprak altında yuva yapardı, topladığı gıdaları oraya biriktirirdi, kendisinden büyük yükler taşırdı. Bugünkü karınca da aynı şeyi yapıyor... İlk yaratılan arı, nasıl ki önce altıgen şeklinde peteğini yapıyordu ve daha sonra içini çiçeklerden topladığı gıdaları bala çevirip dolduruyordu ise, bugünkü arı da aynısını yapmaktadır... Fakat bizim hayatımız çok farklı. Yüz sene önce ölen bir insan, bugün dirilse, dünyamızda olup bitenlere bir baksa, ne kadar şaşıracak, âdeta gözlerine inanamayacak.
Yaptığı bir aletle, bulutların üstünde seyretme imkânı, dünyanın öbür ucundaki ile görüşüp konuşabilme nimeti, daha neler neler... Gün yoktur ki, insanlar ilim ve teknik bakımından yeniliklerle tanışmasın. Artık eskiye dönüş mümkün değildir.
Meselâ, asrımızda yaşayan bir hanımefendiye deseniz ki: "Eskiden çamaşırlar elde yıkanırdı, sen gene eskiden olduğu gibi çamaşırları elinle yıka, onlar gibi ol!" İkna edebilir misiniz?
Netice olarak; kimse gerici olmaz, olamaz ve olmak da istemez. Bazıları bundan niçin endişe ediyorlar?..
Tarih şahittir ki, Müslümanlar, dinlerine ne kadar değer vermişlerse, dünya işlerinde o kadar başarılı olmuş, ilerleme kaydetmişlerdir.
Bir aşiretten cihan imparatorluğu çıkaran, altı asır üç kıt'aya hakim olan Osmanlı devletinin kurucusu Sultan Osman'ın oğluna yazdığı vasiyeti meşhurdur. Bir bölümü şöyledir:
"Ey oğlum! Allah için cihad et. Padişahlığın aslı ve esası İslamiyet'tir. Bizim mesleğimiz Allah yoludur. Maksadımız onun dinini yaymaktır. Yoksa kuru bir cihangirlik davası değildir..."
Fatih Sultan Mehmed Han, diğer Osmanlı padişahları gibi çok dindardı, gerici değildi. Çağ kapatıp yeni çağ açmıştı. Beşer tarihinde benzeri olmayan karadan gemileri yürütmeyi planlamış ve başarıyla tatbik ettirmişti. Zamanının en güçlü toplarını imâl ettirip, Bizans surlarını delik deşik etmiş ve böyle bir 29 Mayıs günü İstanbul'u fethetmiştir...
Evet, bir gün gelecek ve herkes çok iyi anlayacak ki, dindar olmak gerici olmak değildir...

Sevab zorluğa göredir
Sual: Ramazan ayı, yaza ve kışa gelebiliyor. Kışın kısa günlerde oruç tutulması daha kolay, yazın uzun günlerde sıcakta tutmaksa çok zordur. İkisinin sevabı aynı mıdır?
CEVAP
Hayır, zorluklar içinde yapılan ibadetin sevabı daha çoktur. (Ecir meşakkate göredir) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Maniler karşısında, ibadeti yapmak güçlüğü, sıkıntısı, o ibadetlerin, şanını, şerefini göklere çıkarır. Mani olmayarak, kolay yapılan ibadetler, aşağıda kalır. (3/35)

Ramazan-ı şerif kışa da gelse, farz ibadet olduğu için sevabı çoktur.İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kışın oruç tutmak, meşakkatsiz elde edilen bir ganimettir.)[Tirmizi]

(Kış müminin baharıdır. Gündüzleri kısa olur, oruç tutar. Geceleri de uzun olur, kalkıp ibadet eder.) [Beyheki]

Şehr-i Ramazan
Sual: Şehr-i Ramazan, Ramazan ayı mı demektir? Yâ şehre Ramazan deniyor. Niye şehr-i Ramazan denmiyor?
CEVAP
Şehr, ay demektir. Türkçede şehr-i Ramazan denince Ramazan ayı anlaşılır. Yâ diye başlayınca üstünlü olur, yani şehre olur. Mesela Abdullah kelimesi yâ ile başlayınca, (Yâ Abdellah denir. Yâ ile başlayanlar genelde hep böyledir. Resulullah kelimesi yâ ile başlayınca (Yâ Resulallah) olur. Ömer kelimesi yâ ile başlasa da değişmez, yine (Yâ Ömer) denir. Namazda sûre okurken böyle irap hataları namazı bozmaz.

Sual: Oruçluya şeytanın vesvese veremeyeceği, ona yaklaşamayacağı doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. İmam-ı Şa'ranî hazretleri buyuruyor ki: Orucun birçok faydalarından biri de, insan bedenine şeytanın gireceği bütün yolları tıkamasıdır. (Uhud-ül-kübra)

Sorularınız ve görüşleriniz için : mustafaruzgar22@hotmail.com

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol