"Mü'min altı şeyden çok korkmalıdır!"

Bu hafta sizlerle, Mübarek Kurban Bayramı ertesi Allah Dostlarının bazı menkıbelerini paylaşalım hep birlikte huzur bulalım istedik. Allahü Teâlâ şefaatlerine nail eylesin inşaAllah.
Beni bir daha göremezsin!..
Muaz bin Cebel (radıyallahü anh) Yemen'e gitmek üzere yola çıkınca Peygamberimiz onun yanında bir miktar yürüdü...
Sonra vedalaştı...
Ve buyurdu ki:
"Yâ Muaz! Belki bundan sonra beni bir daha göremezsin. Dönüşünde belki benim mescidime ve kabrime ziyarete gelirsin."
O, bu sözü duydu. Ağlamaya başladı!
Efendimiz ona "Ağlama yâ Muaz! Bana yakın olanlar, nerede olursa olsunlar Allah'a hakkıyla kulluk edenlerdir" buyurdu.
Ve şöyle sordu ona:
"Sana bir dâvâ getirilip insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?"
Cevaben;
"Allah'ın kitabıyla hüküm veririm" diye arz etti.
"Onda açıkça bulamazsan?"
"Peygamberin sünnetiyle hüküm ederim."
"Onda da bulamazsan?"
"İctihad ederek anladığımla hükmederim" dedi.
Efendimiz sevindi. Ve elini onun göğsüne koyup;
"Elhamdülillah, Allahü teâlâ Resulünün elçisini, Resulullah'ın rızasına uygun etti" buyurdu.
Ve ardından;
"Cenâb-ı Hakk seni her musibetten korusun. İnsanların ve cinlerin şerrini senden uzaklaştırsın. Senin sebebinle Allahü teâlânın bir kişiyi hidayete erdirmesi, senin için dünyadan hayırlıdır" diye dua buyurdu.
Bize kimi halife bırakıyorsun?
Muaz bin Cebel (radıyallahü anh) âlim bir zat idi.
Hazret-i Ömer'e;
"Bize kimi halife bırakıyorsun?" diye sordular.
Cevaben;
"Muaz bin Cebel sağ olsaydı onu bırakırdım" buyurdu.
Hikmetini sordular.
Şöyle cevap verdi:
"Rabbim bana 'Yerine kimi bıraktın?' diye sorunca 'Yâ Rabbî! Senin Habibinin 'Muaz, kıyamet günü, âlimlerin önünde tek başına bir cemaattir' buyurduğu kimseyi bıraktım' derdim."
* * *
Muaz bin Cebel anlatıyor:
"Bir gün Resulullah'ın huzurunda bir adamın 'çok aciz' bir kimse olduğunu söylediler.
Resulullah;
'Kardeşinizi gıybet etmeyiniz!' buyurdu.
'O, öyledir' deyince de;
'Öyle olmasaydı iftira etmiş olurdunuz' buyurdular."
* * *
Abdullah bin Seleme anlatır:
"Muaz bin Cebel "taun" hastalığına yakalanmıştı. Rahatsızlığı çok arttığı bir sırada, talebelerinden biri ziyarete geldi. Durumunun çok ağır olduğunu görünce ağlamaya başladı!
Hazret-i Muaz sordu:
"Niçin ağlıyorsun?"
O, cevaben "Sen benim hocamsın, ben senden dinimi öğreniyordum. Senden sonra dinimi öğretecek kimsenin bulunmamasından korkuyorum!" dedi.
Allahü teâlânın kullarından sakladığı sır!
Muaz bin Cebel "radıyallahü anh" bir gün dostlarına;
"Sırat köprüsünü geçinceye kadar müminin huzuru olmaz" buyurdu.
Bir gün de ağlıyordu!
Ona sordular ki:
"Niçin ağlıyorsun?"
Cevaben "İnsanlar iki gruptur. Biri cennetlik, diğeri cehennemlik. Acaba ben hangisinden olacağım diye ağlıyorum" buyurdu.
* * *
Hazret-i Muaz anlatır:
"Allahü teâlâ bir kulunu hastalığa müptelâ kıldığı zaman sol yandaki meleğe buyurur ki:
'Kalemi ondan kaldır.'
Sağdakine de;
'Bu kuluma sağlığında işlediği amelden daha iyisini yaz. Çünkü o, benim teminatım altındadır' buyurur."
* * *
Muaz bin Cebel Abdullah bin Seleme'ye de;
"Allahü teâlânın emrettiği beş vakit namazı kıl. Ye, iç ve uyu. Helâl kazan, günahkâr olma! Müslüman olarak öl! Mazlumun âhından ve bedduasından sakın!" buyurdu
* * *
Bir gün kaderden sordular ona.
Cevaben;
"Kaza kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı sırlardan biridir... Bu bilgiyi en yakın meleklerine ve din sahibi peygamberlerine bile açmadı... Bu bilgi büyük bir deryadır. Kimsenin bu denize dalması ve kaderden konuşması caiz değildir" buyurdu.
Bu gece nasıl sabahladın?
Meymun-i Evdi anlatır:
"Muaz bin Cebel "radıyallahü anh" bir gün ayağa kalktı.
Ve halka hitaben;
'Ey Evd kabilesi! Ben, Resulullah'ın elçisiyim. Hepinizin dönüşü Allahadır. Öldükten sonra ya cennet ya da cehennem vardır. İkisi de sonsuzdur, ikisinde de ölüm yoktur!' buyurdu."
* * *
Muaz bin Cebel "radıyallahü anh" şöyle anlatıyor:
"Bir gün Resulullah'ın huzuruna vardım.
Bana sordu ki:
'Yâ Muaz! Sen bu gece nasıl sabahladın?'
Ben cevaben;
'Yâ Resulallah! Allahü teâlâya imân etmiş olarak sabahladım' diye arz ettim.
Efendimiz dinledi. Ve bunun üzerine;
'Yâ Muaz! Senin her sözünün doğruluğuna bir delilin vardır. Bu sözünün doğruluğunun delili, hücceti nedir?' buyurdular.
Ben düşündüm.
Ve cevap verip;
'Yâ Resulallah! Ben, sabah olunca akşama çıkacağımı bilmem. Akşam olduğu zaman da sabaha çıkacağımı ümit etmem... Bir adım attığımda, ikinci adımı atacağımı sanmam' diye arz ettim. Memnun oldular.
Ve bana bakıp;
'Yâ Muaz! Çok iyi yapmışsın. Böyle düşünmeye devam et ve bundan hiç ayrılma' buyurdular."
Allah kime iyilik murat ederse...
Efendimiz bir gün hayvanına bindi.Hazret-i Muaviye'yi de arkasına bindirdi.
Ve giderken;
"Yâ Muaviye! Bana en yakın hangi uzvundur?" buyurdu.
Hazret-i Muaviye;
"Karnımdır" dedi.
O zaman;
"Yâ Rabbî! Bunu ilimle doldur ve yumuşak huylu eyle" diyerek "hayır dua" buyurdu...
* * *
Abdullah bin Mübarek hazretlerine bir kimse geldi.
Ve kendisine;
"Hazret-i Muaviye ile Ömer bin Abdülaziz'den hangisi daha üstündür?" diye sordu.
O da cevabında;
"Resulullah'ın yanında giderken Hazret-i Muaviye'nin bindiği atın burnuna giren 'toz', Ömer bin Abdülaziz'den kat kat kıymetlidir" buyurdu.
* * *
Hazret-i Muaviye çok hadis rivayet etmiştir.
Biri de şudur:
"Allahü teâlâ kime iyilik murat ederse, onu 'din âlimi' yapar."
* * *
O rivayet eder ki:
Resulullah bir gün;
"Ben her kime gönül hoşnutluğuyla bir şey verirsem, Allah onu, ona hayırlı kılar. Her kime de açgözlülüğü sonucu verirsem, onun durumu yiyip yiyip doymayana benzer" buyurdu.
Artık son nefeslerini alıyordu!
Hazret-i Muaviye'nin "radıyallahü anh" ölümü yaklaşmış, artık "son nefeslerini" alıp veriyordu.Bütün ailesi baş ucundaydı.Onu dinliyorlardı.
Onlara hitaben;
"Ben öldükten sonra cömertlik ve ihsan da kalmaz. Çok kimselerin gelirleri kesilir, isteyenler 'eli boş' döner" dedi.
Ardından;
"Keşke 'Zi Tuva' denilen köyde bir Kureyşli olsaydım da emirlik yapmasaydım" dedi.
Üzüldüğünü bildirdi! 60 yılında vefat etti...
Kabr-i şerifi, Şam'dadır.
* * *
Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli ve heybetliydi!
Güzel konuşur, idareli davranırdı. Çalışkan, gayretli ve azimliydi. Arabistan'da şöhret yapmış dört Sahabiden birisidir.
Sanki her bakımdan "devlet başkanı" olmak için yaratılmıştı.
Hazret-i Ömer onu severdi.
Ve takdir ederdi.
Ona her bakışta;
"Bu, ne güzel bir Arap Sultanıdır" derdi.
Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyer, saltanat sürmekten zevk alırdı. Fakat Resulullah'ın sohbeti bereketiyle İslâmiyet'ten hiç ayrılmazdı.
Takva ehli bir zattı.
Hazret-i Ali der ki:
"Muaviye'nin hâkimliğini kötülemeyiniz. O giderse başların koptuğunu görürsünüz."
Çabuk kalkın, köyü terk edin!
Ahmed Kuseyri hazretleri, 1500'lü yıllarda Hatay'da yaşadı ve orada vefat etti...
Türbesi, Şenköy'dedir.
Bir akşam, talebeyi toplayıp;
"Çabuk köyü dolaşın! Herkes, kıymetli ne eşyası varsa alıp çıksın köyden!" buyurdu.
Talebeler kalktılar...
"Peki" deyip koştular.Ve bir çırpıda verdiler bu mühim haberi köylüye.
İnsanlar apar topar çıktılar.Ve toplandılar köy dışında.Ama niye çıkmışlardı?
Kimse bilmiyordu sebebini.
Ama hepsi de;
"Mademki Ahmed Kuseyri buyurmuş, elbet bir hikmeti vardır" diyorlardı.
Az sonra hikmeti anlaşıldı...
Köyde bir fert kalmayınca müthiş bir "gümbürtü" koptu köy üzerinde.
Ve bir "toz bulutu" yükseldi ardından.Evet… Şiddetli "bir zelzeleyle" yerle bir olmuştu o köy!
Ama kimsenin burnu kanamamıştı...
* * *
Bu zat şöyle anlatıyor:
Büyüklerden biri, bir kimseyi namaz kılarken rükû ve secdelerini tamam yapmadığını gördü.
Buna çok üzüldü.
Ve sordu hemen:
"Sen ne kadar zamandır böyle namaz kılıyorsun?"
O kimse;
"Kırk senedir" deyince;
"Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Ölürsen Muhammed Resulullah'ın dini üzere ölmezsin" buyurdu.
Âniden baskına uğrarlar!..
Bir gün Yavuz Sultan Selim Han'ın kızı ve efendisi Sadrazam Lütfü Paşa, Yanya'dan İstanbul'a doğru yola çıkarlar.
Ancak yolda "eşkıya" pusu kurmuştur. Âniden baskına uğrarlar.Kurtulmaları zordur.
Zira hem yalnızdırlar.Hem de silâhsız.Çaresizdirler!
O anda Merkez Efendi belirir yanlarında.
Şaşırırlar. Mübarek zat, inanılmaz bir "heybet" ve "azametle" ortaya çıkar!
Onu görür bu eşkıyalar. Her biri bir yana kaçar! Hatta korkudan titrer bedenleri!
Bir anda terk ederler o yeri.Lütfü Paşa ve hanımı kurtulurlar.Ama bir şeyi anlayamazlar.
Merkez Efendi, nasıl ve nereden gelmiştir oraya?Bunu düşünürken onu göremezler.
Zira kaybolmuştur gözden...Onlar görürler bu hadiseyi.Daha çok severler bu velîyi.
Ve İstanbul-Bahariye'de bir cami inşa ettirirler.Câmiye, "onun ismini" verirler.
* * *
Bu zat ömründe hiç cemaatsiz namaz kılmamıştır.
Eğer cemaate yetişemezse, namazı cemaatle kılanlara;
"Gelin, size imam olayım, benimle bir daha kılın" der.
Sorarlar:
"Olur mu böyle?"
"Olur olur" buyurur; "Benimki farz olur, sizinki nafile."

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol