NE HAYAT KALACAK NE DE SALTANAT!

Hayırlı Cumalar sevgili okuyucular.
İnsanoğlunun çok değer verdiği dünya saltanatı birkaç günlüktür. Belli bir müddet sonra ne hayat kalır ne de saltanat. Değer mi onu gaye edinmeye?
İnsanoğlu zayıf yaratılmıştır. Dünyaya geldiğinden beri içine düştüğü sıkıntılardan, maruz kaldığı belalardan kendisini koruyacak bir güç, bir sığınak aramıştır. Bir yerden medet ummaya kendisini mecbur hissetmiştir. Ezelden beri onu titreten, korkutan "Ölüm muamması"nı ve buna karşı içine düştüğü ümitsizlik karanlığından kurtulmak için çare aramış durmuştur.
Bunun içindir ki; tarihte hiçbir kavim ve kabile yoktur ki, bir ma'budu olmasın!..
En ilkel toplulukların bile, tapındıkları "tanrı"ları vardı. Kimi ağaçtan, kimi taştan kendi elleri ile yaptıkları ve şekil verdikleri putlara tapıyor ve onlardan medet umuyorlardı. Halbuki, kendileri de çok iyi biliyorlardı ki; duymayan anlamayan, iyiliği veya kötülüğü dokunma ihtimali olmayan bu cansız varlıklardan hiçbir hayır gelmezdi. İçgüdülerini tatmin ve tapma ihtiyaçlarını giderebilmek için bu yolu seçmişlerdi.
Bazı insanlar da Güneş'e, Ay'a, yıldızlara, bazı hayvanlara ve ateşe taparak kendilerini avutuyorlardı. Ne gariptir ki, hâlâ bunlara tapanlar mevcuttur ve sayıları da az değildir...
Rabbimiz bizim acizliğimizi bildiği için, bize doğru yolu gösteren Peygamberler ve kitaplar gönderdi. Böylece, bizi sahte ve yalancı ma'butlardan kurtarıp, gerçek ma'buda (kendisine) kavuşturdu. Bundan dolayı ne kadar hamd etsek yine de azdır.
Nimetlerin en büyüğü, iki cihan saadetine vesile olan iman nimetine kavuşmuş bulunuyoruz.
İnsanlar, çağımızda kendisine başka ilâhlar edinmiş, onlara tapmakla ömürlerini heba etmektedirler. Bu yeni ilâhlar; para, makam, mevki; şan, şöhret ve buna benzer şeylerdir.
Bir insan, makamını ilâh kabul eder ve ona taparsa, makamı da onu köle haline getirir. Makam elde etmek veya makamını muhafaza edebilmek için yapamayacağı fedakârlık yoktur, her şeyini feda etmeye ve her türlü zillete katlanmaya hazırdır.
Bu kadar çok değer verdiği dünya saltanatı ele geçse bile birkaç günlüktür. Belli bir müddet sonra ne hayat kalır ne de saltanat... Dünya makamı, parası, şan ve şöhreti kabrin kapısına kadardır. Değer mi onu gaye edinmeye?
İbrahim aleyhisselam gibi "Ben batan şeyleri sevmem" demeli ve kalıcı saltanata talip olmalıyız.
Sadi-yi Şirazi buyuruyor ki: "Gönlünü dünyaya bağlama, çünkü dünyanın bekâsı yoktur. Gönlünü halka da bağlama halkın da vefâsı yoktur. Gönlünü Rabbine bağla, O'na güven, bir kul için Rabbinden daha hayırlısı yoktur."
İBADETLERİ SEBEPLERİNİ BİLEREK YAPMAK GEREKİR Mİ?
Sual: Dinde namaz, oruç, hac gibi ibadetler emrediliyor, ama ne gibi faydaları var, açıkça bunların sebepleri, hikmetleri bildirilmiyor. Sebebini bilmeden körü körüne yapmak yerine, bilerek şuurla yapmak gerekmez mi?
CEVAP: Eğer hikmetlerinin bilinmesi gerekseydi, Allahü teâlâ, emredilen veya yasak edilen her şeyin hikmetini de bildirirdi. Hikmetsiz, faydasız hiçbir şey yaratmamış ve emretmemiştir. Yarattıklarında, emir ve yasaklarında, bir değil, sayısız hikmetler vardır.
Allahü teâlânın emirleri için, (Körü körüne yapmak) demek çok yanlıştır. Hikmetlerini, faydalarını bilmesek de, Allahü teâlânın emri olduğu için, gözü kapalı, yani araştırmadan, düşünmeden yapmamız gerekir. Bununla beraber bazı emirlerin hikmetleri az çok anlaşılabilir. Hikmetlerinden bir kısmı bildirilenler de vardır. Maide sûresinin, (Şeytan, şarap ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister. Sizi, Allah'ı zikirden ve namazdan alıkoymak ister. Siz [zararları bilinirken]bunlardan hâlâ sakınmaz mısınız?) mealindeki 91. âyet-i kerimesi bazı şeylerin zararını bildirmektedir. (Şarabın sadece zarar verecek kısmı haramdır) denilemez. Bir damla alkol içilse de haramdır. Ölçü, zarar verip vermemesi değildir. Hikmetini anlayamasak da böyledir. Besmelesiz kesilen kuzu eti, vücuda zarar vermez, ama yine yenmez, leş olur, haram olur. Bir damla kan veya bir damla idrar içmek, insana zarar vermese de haramdır. Dinin emrinde bir sebep aranmaz, sadece o emre uyulur. İlahî emrin hikmeti anlaşılmasa da, Allah'ın emri olduğu için, hiç tereddütsüz kabul etmek şarttır. İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan Hüccet-ül-İslam unvanına sahip İmam-ı Gazâlî hazretlerinin İhya'da ve İmam-ı Süyûtî hazretlerinin Cami-us-sagîr'de bildirdiği hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Âhir zamanda değişik inançlar çıkınca, kocakarı gibi inanın!) [Deylemî]
Bu hadis-i şerif, (Bâtıl şeylere körü körüne inanın!) demek değildir. (Allah ve Resulü'nün bildirdiklerine, aklınız almasa da, ispat edemeseniz de, inanın!) demektir. Cennet, Cehennem, Sırat Köprüsü ve âhiret hayatı akılla, mantıkla ispat edilemez. Mutezile aklı almadığı için Sırat Köprüsünü, Mizan'ı, Mirac'ı ve benzeri olayları inkâr etmiştir.
EVLİYA ZATLARIN MENKIBELERİ
Sual: Evliya menkıbelerine çok yer vermek doğru mudur?
CEVAP: Menkıbeler, masal değildir. Vesikaya dayalı, tarihî olaylardır. Ne kadar çok yer verilse o kadar iyidir, çünkü evliya zatlar, her işinde İslamiyet'e uyarak, Allahü teâlânın rızasını kazanmış kimselerdir. Onların yaşayışı, bizim için en güzel örnektir. Yani onların menkıbelerini, İslamiyet'i nasıl yaşamak gerektiğini anlatmak için nakletmek gerekir. Eshab-ı kiramın ve evliya zatların hayatlarını okumanın iyi huylu olmaya sebep olduğu Berîka'da bildirilmektedir. Hakikat Kitabevi yayınlarında yeterli menkıbe vardır. Şevahid ve Menâkıb kitaplarında Peygamber efendimizin, Eshab-ı kiramın ve evliya zatların menkıbeleri mevcuttur. Diğer kitaplarımızda da vardır.
Lüzumundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, evliya zatların sözlerini ve hayatlarını öğrenmek müstehab olur. Bunları okumak, kalbde ihlâsı arttırır. (Hadîka)
Beden yorulunca salih zatların hayat menkıbelerini okumakla bedeni neşelendirmeli. Nefsi tezkiye, evliya bir zatın sohbetiyle ve kitaplarını, menkıbelerini okumakla olur. (İ. Ahlakı)
Sıbgatullah Arvâsî hazretleri buyuruyor ki: Evliya menkıbelerini okumak, dinlemek Allah sevgisini artırır. Eshab-ı kiramın menkıbeleri, imanı kuvvetlendirir, günahları yok eder. (Evliyalar Ans.)
Üç hadis-i şerif:
(Salihleri [evliya zatları] anmak günahlara kefarettir.) [Deylemî]
(Evliya görülünce, Allah hatırlanır.) [İbni Mace]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ben anılınca evliyam hatırlanır. Onlar anılınca da, ben hatırlanırım.") [İ. Begavî]
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Zikir, hatırlamak demektir. Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun ismini söylemekle veya çok sevdiği evliya bir zatı görmekle olur. Evliyayı severek, inanarak görünce, muhakkak hatırlanacağı müjdelendi. Görmek, gözle olduğu gibi, evliya zatın şeklini, sûretini, kalbine, hayâline getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. (2/46)
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki: Hasta yanında, evliya, âlim ve salih zatların menkıbeleri ve sözleri konuşulmalı, bunlara sevgisi arttırılmalı. Evliya-yı kiramdan bahsetmek, rahmete sebep olur.
Evliya zatların, kendilerine mahsus bazı hâlleri vardır. Bulundukları zamanın ihtiyaçlarına göre, o insanların durumlarına göre söyledikleri sözler de oluyor. Bu bakımdan onların menkıbelerinden hüküm çıkarmak yanlış olur.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol