Okumaktan kaçmanin bizdeki mazereti ZAMAN'dir. "Kitap okuyor musun, sorusuna "Zaman bulamiyorum" diye yanit veririz. Oysa bizde çok olan Zaman’dir. Zamani en çok harcayan, israf eden insanlardan olusan bir toplumuz. Halbuki ileri ülkelerde insanlar öncelikle kitap okumaya zaman ayirirlar. Onlar için okumanin yeri ve zamani yoktur. Kitap her yerde okunabilir. Netekim yabanci ülke insanlarinin plajlarda, yolculuklarda ve hatta VC’ler de dahi kitap okuduklari bilinen bir seydir.
Cumhuriyet Gazetesi yazarlarindan Dr. Erdal Atabek 4 Agustos 2003 tarihinde "OKUMANIN TARIHI" baslikli bir yazisinda Ortaçagda insanlar için okumada bilgi edinmenin önkosul olmadigini, insanlarin ezbere okuma ile yetindiklerini, ezbere bilginin de kisa zamanda yok olup gittigini yaziyor ve zaman içerisinde bu sekilde okumanin degistigini söylüyordu. "Okumak, yazilari okuyup da öylesine geçivermek degil" diyordu.
“Gerçek anlamda okumak, okudugunu anlamak, anladigini tartismak, tartistigini yorumlamak, yorumladigindan da kalici bir öz çikarip onu “kullanilabilir”ler arasina katmak becerisidir.”
Atatürk'te 1930 yilinda geldigi Kirklareli'nde Türk Ocagi'nda konusurken okumayi bu biçimde tarif ve ifade etmistir. Kitap bu sekilde okunmaz ise kitapla geçen zaman yararli degildir. Kitap okumayi yararli hale getirmek ancak bu okuma yöntemiyle mümkündür.
Ülkemizde Kitap Okuma olayi çogunlugumuzca bilinen bir sey degildir. Okullarda okuma daha çok ezbere bir okuma biçimidir. Yukarda söz konusu ettigimiz biçimde okuma hemen hemen hiç yoktur. Bu bir çesit Medrese Egitimi'dir. Oysa insan için esas olan "Isitirsen duyarsin, dinlersen anlarsin, okursan düsünürsün, sorarsan ögrenirsin" kuralini uygulayarak, buna uyarak bilgilenmeye çalismaktir. Köy Enstitülerinde bu yöntem uygulanirdi. Çünkü Köy Enstitülerinin öne çikarmak istedigi Yaratici Zeka'yi topluma mal etmektir. Daha dogrusu zekayi topluma indirmek, belli standartta “TOPLUMSAL ZEKA” yaratmakti. Bugün itibariyle Türk toplumunda belli bir bilgi ve zeka düzeyi yoktur. Bilenle bilmeyen arasinda daglar kadar fark ve uçurum vardir.
Konumuza dönersek, sunu söylemek lazimdir ki önce kitabin ne oldugunu bilmemiz gerekir. Onu birilerinin tanimi ile ifade edelim:
"Kitap, küçücük hacmi içinde okura (okuyucuya) "ÇOK ÅzEY" verebilen bir hazinedir."
“Bu "çok sey" tabirinin içine bilgiyi, tecrübeyi, görgüyü, dünyaya açilmayi ve hatta zihinsel açidan genç kalmayi koyabiliriz.”
"Tabii kitabin daha baska özellikleri de vardir."
"Dökülmez, kirilmaz, her mobilyaya (eve) uyar, modasi geçmez. Onun okuyana bilgi vereni vardir, güldüreni vardir, heyecan vereni veya aglatani vardir, hosça vakit geçirteni vardir."
"Bunun hiçbirini yapmasina imkan vermedigimiz kitap bir yerde, söz gelimi kütüphanede, kitapçida veya bir baska yerde unutulur. Onu böylece cezalandirmis oluruz. Kitapla birlikte ceza alan biri daha varsa o da yazaridir."
Bize bu imkanlari veren kitabi ve yazarini unutmamiz, ona manevi bir ceza vermis olmamiz öncelikle bizi yaralayan, ayiplayan bir davranis olur. Dilerim ki Türk toplumu en yakin zamanda bu uygarlik çizgisine gelmis, dünyayi, bilenlerin penceresinde okuyup anlamis olur.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol