ŞEHİT DEDEMİN MEZAR TAŞINI DA MEKTUBUNU DA OKUMAK İSTERİM -2-

BU KADAR MI İSABET OLUR...
Aslında bu konuyu daha fazla uzatma taraftarı değildim ancak; yaşadığımız bir olay savunduğum fikirlerin ne kadar da doğru olduğunu gösterince dayanamadım.
Araştırmacı gazeteci sayın Mustafa Karaca kendi gazetesinde yazdığı köy tanıtım yazıları için araştırma yapmak üzere 'bölgeyi bilen insan' olarak, komşu köyümüz Kofçaz Karaabalar köyüne birlikte gitmeyi teklif etti, gittik. Başta muhtarın anlattıkları olmak üzere çok zengin bilgiler topladıktan sonra söz yakînen tanıdığım muhtarın bana defalarca anlattığı; bizim köyde Alevi-Bektaşi geleneğinden 'Hayrani' adlı bir şairin mezarı aranıyor, adam buralı ve mezarı burada imiş ama bu güne kadar bulamadık demesine geldi. Herhangi bir ilginç işaret olup olmadığını sorduğumuzda: Vallahi caminin mezarlığında ilginç iki mezar taşı var ancak bu güne kadar kimsenin fazla dikkatini çekmedi, gösterdiğimiz kişiler bize herhangi bir sonuç bildirmediler, eskiden bir şehit mezarı olduğunu duymuştuk, zaman zaman da bu yönde ilginç işaretler görülüyordu ama biri hakkında hiç bir bilgi yok dediklerinde bir araştırmacı için bundan güzel ipucu olabilir mi. Heyecanla hemen oraya gittiğimizde şaşırıp kaldık. Benim adeta ikinci köyüm sayılan bu köyde yıllardır böyle bir taşın varlığından haberim yoktu. Karşımızda tüm ihtişamıyla bir osmanlı mezar taşı. Böyle ücra bir yerde böyle ihtişamlı bir taşın olması elbette ki iyiye işaretti. Çok heyecanlandık, hemen taşı okuma çabasına giriştik ancak malûm yazı 'Osmanlıca'...
Zarar vermemek için özenle plastik fırça ve su ile, yere diz çökmüş halde taşı yıkarken başımda dikilip heyecanla sonucu bekleyen, iyi bir CHP'li olduğunu bildiğim ama Osmanlıca konusundaki fikirlerini bilmediğim Karaca'ya dönüp: Mustafa abi şimdi can alıcı soru; evet Kaygısız deyince soruyu patlattım: Sadece mezar taşı okumak için bile olsa Osmanlıca öğrenmeli miyiz?...
Ben anlamam ama Karaca baş ve ayak ucu taşlarındaki figürlerden bu mezarın bir Alevi-Bektaşi'ye ait olduğu sonucuna vardı, ben hiç olmazsa tarihini 1291/1875 olarak okudum, tarih te aradığımız dönemle kaba olarak çakışınca yüzde doksan doğru iz üzerinde olduğumuzu anladık. Eee: Bunu olsa olsa Kırklareli'de Abdülhamit hoca okur ama nasıl, taş götürülmez hoca getirilebilir mi bilinmez, güzelce fotoğraflayıp bilgisayar üzerinden okutabilmeyi kararlaştırdık.
Ayrılırken hemen hepimiz doğru yolda olduğumuzdan emindik, sevinçli, umutlu mutluyduk. Muhtar; hayırlı haber bekliyorum, hele adı Ahmet çıkarsa kesinlikle O'dur dedi. Abdülhamit hoca kadar olamasa da bizim köyün imamı da Osmanlıca eğitimi almış. Net olmadığı için heceleye bocalaya, bazı harfleri ben bazılarını o çıkararak kısmen okuyorduk ki; burası kesinlikle 'Ahmet' dedi. O benim Ahmet ismini aradığımı bilmiyor, emin misin diye sorup kesinlikle evet cevabını alınca, yüzde doksan dokuz doğru yoldayız diyerek müjdeleri verdim.
Bizim imamımız; iyi bilen kişi bunu çok daha kolay ve ayrıntılı okur dedi, Abdülhamit hocamdan sözü de aldım ama henüz okutup araştırmayı tamamlayamadık ta: Arkadaş... sizin basite indirgeyip (hangi akılla bilmem) alay konusu yapmaya çalıştığınız Osmanlı'nın her mezar taşı bile başlı başına bir sanat eseri, kültür hazinesi, tarih arşivi... Henüz okunamamış bir mezar taşının figürlerinden bile sonuca ulaşmak mümkünken, okunduktan sonra bölge ve belli bir kesim için büyük önem arz eden, belki yörenin sosyal ve ekonomik yaşantısında değişikliğe yol açacak bir tarih, tarihi bir kişilik gün yüzüne çıkacakken nasıl olur da gereksiz hatta saçma bulur alay etmeye cüret edersin...
Hiç bir zaman asla kötü düşünmek istemedim ama bu olay bir kere daha gösterdi ki; bir mezar taşımızı bile okumaktan aciz bırakılmakla aslında kültürümüzden tarihimizden nasıl da kopmuşuz ya da koparılmışız. Saçağımızın dibinde, cami bahçelerimizde, şehir merkezimizde eski mezarlıkta, üstelik: 'Rektörlük Kültür Merkezi' bitişiğinde bir kültür hazinesi, belki topyekûn bir şehrin hafızası, tarihi duruyor (yerlerde sürünüyor), biz (bakmak aklımıza gelirse) aval aval bakıyoruz...
Bu saatten sonra kimse resmi dilimiz olsun demez herhalde. Ama sırf maddi çıkarlar uğruna elin bilmem nece dilini öğrenirken neden kendi öz dilimizi bilmeyelim. Karışıkmış anlaşılmazmış... Acaba bize Japonca'dan, Çince'den de mi yabancı. Manevi değerlerimizin hiç mi önemi yok. Yüzlerce yıl öncesinden gelen Karacaoğlan'ı, Yunus Emre'yi bu gün çok rahatlıkla anlayabiliyorsak...
Zaman çok değişti şimdilerde var mıdır bilmem. Askerde iken çok başımıza geldi; okuma yazma bilmeyenler için mektup yazmak, gelen mektubu okumak. Mektupta gizlilik esastır, o duygular kişiye özeldir. Onun içindir ki; başkası adına mektup yazmak ta, o mektubu onun adına okumak ta her iki taraf için de zor durumdur. Çanakkale'de şehit olan dedemin bana yazmış olması muhtemel mektubu başkasına okutma, ya da bir Çanakkale yetiminin mahrum kaldığı o duygudan ben mahrum kalmak istemem, kendi mektubumu kendim okumak isterim. Yeni nesillerimize bir hikâyeden ibaret olarak anlatılan Çanakkale vb. destanlarımızı bırakalım da gençlerimiz birinci elden doğru kaynaklardan araştırıp öğrenebilsinler.
sairmehmet39@hotmail.com
0 539 839 75 78

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol