Şehirde bir de gelip geçen yolcuların kaldığı hanlar vardı. Kale kapılarının kapanma zamanından sonraya kalan yolcular bu dış hanlarda gecelerdi. Mamafih bunlar kervansaray olarak alınmalıdır.
Şehir ticareti, ister açık pazarda, ister hanlarda yahut dükkânlarda yapılmış olsun, hükümetçe maaşlı veya iltizam usulüyle tayin olunan "şahneler" tarafından kontrol ve devlete ait kazanç vergileri alınmaktaydı. Bazen büyük bir şehrin tek bir "şahne"ye de iltizama verildiği oluyordu. Böyle bir kimse, devletten bütün şehrin hâsılatını iltizam etmiş olarak, vali salahiyetiyle, en büyük kısmı asayişten elde edilen "tekâlif-i örfiye"yi dahi kendine topluyordu.
XIII. asrın başlarında Antalya ve Sinop'un alınmasının, Türkiye'yi dış ticaretle doğrudan doğruya temasa getirdiği açıktır. Ancak, Türklerin, ticaret filoları kurarak Akdeniz ve Karadeniz'e sahilleri olan komşu memleketlerine kendileri gittiklerine dair hiçbir bilgi yoktur. Yalnız İstanbul'da ve diğer bazı Bizans şehirlerinde Türk kolonilerinin bulunduğunu biliyoruz ki, bu da eskiden beri Türklerle Bizanslıların iç içe yaşamaya alışmışlarından ileri gelmekteydi. Tabii böyle bir hayatı Rumlarla Müslüman Türklere Anadolu'nun coğrafi birliği ve iktisadi zaruretler kabul ettiriyordu.
Eskiden beri olduğu gibi, XIII. Asır Türkiye'sinin dışarıdan alışverişinde daha çok iki memleket, Bizans ile Memlükler (Umumiyetle Arap memleketleri) çok mühim rol oynuyorlardı. Bizans halkıyla, Türk halkı, gerek Bizans şehirlerinde, gerek Anadolu'da, tabii en geniş çapta uç pazarlarında alış veriş ediyorlar ve sanayi maddeleri bakımından olsun, gıda maddeleri yönünden olsun, tamamıyla birbirlerini tamamlıyorlardı. Esasen yukarda işaret olduğu üzere, bütün Bizans şehirlerinde Türk kolonisinin buluşu, iki devlet arasındaki iktisadi münasebetlerin ehemmiyetini ve dolayısıyla, ilerde Türkleri bütün Bizans'a hâkim olacak bir vaziyete getiren tarihi sebepleri izah eder.
Bizans'tan sonra Türkiye'nin pek geniş iktisadi münasebette bulunduğu yer Arap memleketleriydi. Zamanın seyyahlarından İbni Batuta, Anadolu'nun her tarafında Mısır, Suriye, Irak'tan gelen tüccarlara rastlanmıştı. Haçlı düşmanlığı dolayısıyla Papa'nın Mısır'a tatbikine çalıştığı ablukada herhalde bir bakıma Türkiye'nin lehine olmuş bulunmalıdır. Çünkü Mısırlılar birçok ihtiyaçlarını artık Anadolu'dan temine çalışıyorlardı.
Memlekete Hindistan'ın dünyaca meşhur malları ve baharatı da gelmekle beraber, taşıyıcılar herhalde daha çok Arap tüccarlarıydı. Mamafih doğrudan doğruya Hint tüccarlarına da rastlanıyordu.
Türkiye'nin ikinci derecede ticari, diğer yakın komşuları Gürcistan, Trabzon Rum İmparatorluğu, Karadeniz sahillerindeki Ceneviz kolonileri, Rusya, doğuda İran ve güneyde Küçük Ermenistan ili idi; üç komşu, küçük Ermenistan, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Bizans, gıda maddeleri bakımından da alış veriş yapılan memleketlerdi. Ege ve Marmara henüz Türkiye hudutlarına girmediği sıralarda, Türkiye'nin Batı Akdeniz ve dolayısıyla Katolik Avrupa'yla olan ticari Güney Anadolu limanları Alaiye, Antalya ve Küçük Ermenistan'daki Yumurtalık'tan Ermeni tüccarları eliyle yapılmaktaydı. Bu sıralarda işlenmiş frenk mallarının Türkiye'de pek satılmadığı ancak, bazı kumaşların revaçta olduğu, bir kısım silah satın alındığı anlaşılıyor. Anadolu'dan Kıbrıs'a ve dolayısıyla Avrupa'ya Ankara sofları, şap madeni, halı, kilim, yün, deri, ipek dokuma ve belki de bazı kuru meyveler yollandığı malumdur.
Kaynak: Prof. Dr. Mustafa Akdağ
Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi
-I- (1243 - 1453)
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol