SOSYAL YARDIMLAR SOSYAL DENGELERİ BOZUYOR -2-

SAĞLIKLA YENEN YAVAN EKMEK ...
Yıllar önceydi; çocuklarımla birlikte kısa sürecek bir iş için yanımıza yiyecek bir şey almadan ormana  gitmiştik, işimizin uzun sürmesi üzerine acıkmıştık. Yaşları gereği çocuklar çok daha fazla acıkmışlardı. Dönüşteyiz, yol zorlu yolculuk yaya. Çocuklar ah bir dilim pasta olsa, ah şu ah bu diye hayallerle konuşurken o zaman yaşı on civarı olan en büyüğü; hiç bir şey istemem, ah bir parça yavan ekmek olsa başka bir şey istemem demiş noktayı koymuştu. Bir yandan onları izler dinlerken bir yandan da bir parça yavan ekmeğin nasıl da büyük bir nimet olduğunu düşündüm.
Bu yazımın notlarını kaleme aldığım günlerde sosyal medyada paylaşılan bir görüntü hakikaten insanın içini acıtıyordu: Suriyeli oldukları belirtilen çocuklar aslında geçmişte bizim için de doğal olan bir görüntüyü öylesine dokunaklı bir şekilde veriyorlar ki: Bir kız çocuğu, elinde ekmek olduğu söylenen bir parça yiyecek, etrafında dört beş erkek çocuk, sırayla ısırarak kızın elinden yiyorlar. Müthiş bir paylaşım, bazıları biraz fazla ısırabilmek için elinden geleni yaparken, ekmeğini paylaşanda en küçük bir sıkıntı şikayet yok. Biraz sonra duyulan patlama sesiyle galiba elinde kalanı da yiyemeden kaçışıyorlar...
Diyanet İşleri Başkanlığının Ramazan ayı münasebetiyle 'Hiç Kimse Kimsesiz Kalmasın' parolasıyla başlattığı yardımlaşma kampanyasını gönülden destekliyor katılıyorum. Tam da Ramazanın ruhuna uygun söylem ve eylemler. Ramazan deyince şenlik eğlence akla gelir olmuş, oysa asıl akla gelmesi gereken ibadet, yardımlaşma, paylaşım... Özellikle ciğer hastası olup nefes almakta zorlananların bazen 'ah bir derin nefes alabilsem' hayalleri gerçekleşemeden ömürleri biter. O nefesin değerini anlamak için illaki onlar gibi hasta olmak gerekmez, zaten o zaman iş işten geçmişte olur, önemli olan kendimizi onların yerine koyabilmektir.
Ben dilencilere çok zorda kalmadan para vermem. Genellikle karnın aç mı diye sorar, gerekirse ekmek alırım. Zaten dinimizde dilenmeye izin verilen ölçü; bir günlük yiyeceğinin olmaması halinde karnını doyurabilecek kadar dilenmektir. Gerçi onlar ekmeği de alsalar öbür taraftan dilenmeye devam ediyorlar da, ben kendi açımdan doğruyu yapmaya çalışırım.
Sonra bir gün kendimi onların yerine koymak istedim. O dilenci bir parça yavan ekmekle mutlu oluyorsa insan olarak benim eksiğim ne, fazlam ne. Neden bir parça ekmeğin, sağlık nimetinin kıymetini kaybettikten sonra anlayalım ki. Sağlıkla, sevgi ortamında yenen bir parça yavan ekmek neden olmasın, neden gocunayım dedim. Çok öncelerden zaman zaman yaptığımız şeylerdi ama... Eee ne de olsa artık nispeten tanınmış bir adamdım, her an, her köşe başından beni tanıyan birileri çıkabilirdi. Kolay şey değildi, nefsimi kırmak için üstelik te şeffaf bir poşetin içine bir ekmek koyup yavan ekmek yudumlayarak, bir dost ziyaretine giderken hem zaman tasarrufu yaptım, çeşitli duygular içinde Cumhuriyet caddesinden geçip vilayet meydanından istasyon caddesine girdim. Kendi nefsimi kırdım amma ister istemez insanın gözü bir yandan da etrafta, etraftakilerde. Karşı taraftaki bakışları nasıl kırabiliriz. Benim görebildiğim bir tek tanıdıkla karşılaştık tokalaştık, elim dolu ağzım dolu zor durumda kaldım. Onun da göz ucuyla bir yandan elimdeki poşete bakarak acaba gerçekten ekmek mi yiyor dediğini duyar gibi oldum. Peki ne olur hakikaten yavan ekmek yesek. Simit ekmek yiyerek gideriz de neden ekmek yiyerek gitmeyelim. Şöyle bir düşündüm sağlıkla yenen bir parça ekmeğin zenginliğini: Doğruluk derecesini tam olarak bilmiyorum ama; rahmetli Vehbi Koç'un sindirim sorunları nedeniyle az miktarda çavdar ekmeğiyle yetinmek zorunda olduğunu duymuştum. Yine rahmetli Sakıp Sabancı'ya sorarlar ne istersiniz diye. Cevap çoook ama çok anlamlı; meşhur şivesiyle: 'Valla ağam, şu bizim (özürlü) çocuk diğerleri gibi koşsun oynasın başka bir şey istemem'... Demek ki ben onlardan daha zenginim. 'Lâleli Baba' hikayesi geldi aklıma; kabızlık illetine tutulan padişahın bir kez tuvalet ihtiyacını giderebilme uğruna tahtından vazgeçmesi...
Demek ki ben o padişahtan daha saltanatlıyım. İstanbul'da ortaokula başladığım yıllar geldi aklıma, içim acıdı bir kez daha. Kantinden börek ve gazoz alabildiğimizde alenen yerdik te; bazen ben ve benim gibiler evden getirdiğimiz peynir-ekmek, zeytin-ekmek'i yerken köşe bucak gizlenirdik. Yıllar önce bir grup genç parkta yemek yememiz gerekmişti. Karşımızda o zaman 'Almancı' diye tabir edilen gurbetçi bir aile, biz kızların karşısında ayıp olur diye yiyemedik ama biraz sonra son derece modern ve şık giyimli kızımız büyük kola şişesini başına dikince bize de adeta ders verdi. Sonuçta açık havada ailece yemek yiyorlar. Ne güzel söylemiş eskiler; 'sevdiğim civan, yediğim soğan olsun' diye. Sağlıcakla, sevdicekle olduktan sonra gerisinin ne önemi var.

sairmehmet39@hotmail.com
0 539 839 75 78

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol