ŞİMDİ DEĞİLSE, NE ZAMAN ?

Geçen hafta bilinçli olarak yazmadım. Kiminin siyasi olarak akıl, kiminin -basın ahlâk- tutulması yaşadığı olay karşısında ben de kalem tutulması yaşadım. Aslında tutulma değil; tam tersi herkes gibi duygularımız kabardı coştu ama biz sorumluluk sahibi, taşıdığı sorumluluk yükünün farkında olan insanlarız. Aklımıza geleni aklımıza geldiği, gönlümüze düştüğü gibi yazma lüksüne sahip değiliz, yazmamalıyız, yazmıyoruz. Gazetemiz sahibesi, fahri yazar olduğumuz için manevi patronumuz diyebileceğim Öznur Tüzün hanımefendinin genel anlamda bir tavsiyesi vardır: Eğer kaleminize (kendinize, dilinize) sahip olamıyorsanız yazmayın daha iyi... O öyle demese de; aslolan ne kendi şahsiyetimize, ne fahri de olsa görev yaptığımız kuruma, ne de topluma zarar vermeye hakkımız yok. Olmadığını düşündüğümüz için de; susmayı, kendimizi, duygu ve düşüncelerimizi, dilimizi kalemimizi frenlemeyi düstur edinmişiz.
Hiçbir basın yayın organının ve mensubunun baskı altına alınması ve susturulmasını savunamayız ancak o gazetelere uygulanan yasağı da ister istemez doğru gördüm. Tayyip Erdoğan ve paralelinde Ak Partiye muhalefetin adeta düşmanlığa dönüşmesi giderek devlet millet düşmanlığı görünümü kazanmaya başladı. Yapılan eyleme terör eylemi dememenin yanında, tüm çabalarla devleti suçlu, aciz gösterip, millete gözdağı verme çabasını canla başla aktarmak hangi gazetecilik anlayışıyla bağdaşır. Bir ulusal ajansın ilimiz temsilcisi, birkaç yıl önce üniversiteli bir kız öğrencinin bıçaklanarak öldürülmesi olayını sıcağı sıcağına fotoğraflayıp ajansına geçtiği için, bir etkinlik sırasında Öznur Tüzün hanımefendi tarafından hakaret boyutunda ağır eleştirilere maruz kaldığını dert yanıp, kendince üst akıl saydığı kişiye; hata bende mi ki diye sorup eklemişti: Ama ajansım da benden böyle haberler ve fotoğraflar istiyor... Gazetecilik açısından durum tam olarak neyi gerektirir tartışılır. Kimine göre gazeteci işini yapar, kimine göre insani boyut ta önemli. O arkadaş belki gazetecilik açısından önemli bir iş yaptı ve ajansına karşı sorumluğunu yerine getirmiş oldu, ya topluma karşı? Kırklareli'de okuyan çocuğu olanlar, gelecekte yolu okumak üzere buraya düşecek olanlar bu münferit olayı topyekün bir şehre mal ederek acaba ne düşünecek. Ben olayın tam olarak ayrıntısını bilmiyorum ama; Öznur hanımın küçücük bir şehrin imajına zarar vereceği gerekçesiyle karşı çıktığı bu görüntüleri ya Türkiye'ye, dünya ya servis etmek kime, hangi akla hizmet eder?
Eskiden en azından terör eylemlerine karşı, şehit cenazelerinde; devlet-millet, iktidar-muhalefet, asker-sivil, basın-yayın vb. bakılmaksızın genel olarak yekvücut olur, dosta düşmana gerekli mesajı verirdik. Bugün güya Ak Parti'yi yıpratma-yıkma adına devlete millete tezat oluşturan öyle bir muhalefet birlikteliği var ki; ben kendi adıma bir şeyin doğru olup olmadığını anlamak için muhalefetin tutumuna ters açıdan bakmam yeterli olur hale geldim adeta... Ben Ermeni değilim, Hrant Dink öldüğünde de Ermeni olmadım ama asla ne onun ne de diğer terör kurbanlarının katledilmesini onaylamadım onaylamam, yapanları yaptıranları lânetlerim. Bugün terör eylemleri, şehit kanları üzerinden bile muhalefet yapıldığını görünce inadına devlet, inadına iktidar demek geliyor içimden... Hepimiz Şehit savcı Mehmet Selim Kiraz'ız... Peki birliktelik bugün değilse ne zaman???
BU BABALAR BİZİZ, BU ÇOCUKLAR BİZİM...
Hiç bir anne baba evlâdının ne acısını ne de ayıp, kötü bir iş yapmasını görmek duymak istemez. İki acılı baba: Biri evlâdını ''kan davası'' teröründen kurtarabilmek için yerini yurdunu terketmiş onu okutmuş devlet ADAM'ı etmiş, sonunda teröre kurban vermiş. Biri evlâdını okuyup adam osun diye gurbet ellere göndermiş, okumuş ama terörist olmuş, o da evlâdını bir başka açıdan teröre kurban vermiş. Birinin başı gökte; içim yanıyor ama bir yandan da gururluyum diyor. Gayrı-meşru bir yolda değildi, namusuyla, alnının akıyla, şerefiyle, onuruyla, haysiyetiyle görevinin başında takdiri-ilâhi oldu diyor. Birinin başı yerde; O da ben dinine imanına bağlı, manevi değerleri ve müslümanlığı ön planda tutan biriyim, çocuklarım üniversiteyi kazandı diye çok gururlandım ama terör değil ''halk cephesi''ndeyiz diyerek beni kandırdılar... İki yıl önce; bu çocuklar okullarda okurken ''militanlaştırılmasınlar'' diye feryat etmişti üniversite yöneticilerine, öğretim görevlilerine...
Değerli öğretmenlerimiz, eğitim görevlilerimiz: Ölen kim olursa olsun bu çocuklar bizim. Onlar bizim değerlerimiz. Eğitim alıp hem kendi hem ülkemizin geleceğini aydınlatacakken; biri görev başında Şehit, diğeri onu katleden katil... Atatürk'ün dediği gibi: Eğer yükselen yeni nesil sizin eseriniz se; en büyük görev size düşüyor. Lütfen o babanın feryadına kulak verin liselerde, üniversitelerde o gençlerin militanlaşmalarına fırsat vermeyin.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol