''Büyük salkımların yetiştiği yerlerde, büyük uygarlıklar vardır. İnsanları daha yumuşak, daha sıcak, daha sevecen kılan uygarlıklar...''
Ünlü gezginci Evliya Çelebi 1658 yılında Kırklareli'ne geldiğinde İnsanın içinde kaybolacağı gürlükte bağlarından söz etmekte, 20 bin dönüm bağ varlığına değinmektedir. Bulgarlar da Kırklareli'ni Üzüm Şehri anlamına gelen ''Lozengrad'' diye anmaktadırlar.
Peki, ne olmuş, nasıl olmuş da Kırklareli bugün büyük salkımlı üzümlerden yoksun kalmış?
Önce bağcılığın geçmişine uzanmak, oradan günümüze gelmek, konuyu anlatmak bakımından daha uygun olacaktır.
Tarım uzmanları diyor ve tarihi bilgiler gösteriyor ki Kırklareli'nde zengin bir bağcılık potansiyeli vardır. İklim ve toprak koşulları bağcılık için çok elverişlidir. Bağcılığın yurdu, Kırklareli dense yeridir. Bu arada Kırklareli'nin arıcılık için de çok uygun bir ortam oluşturduğu söylenir. Bu değerlendirmeyi yapanlar şöyle de bir ifade kullanırlar. Derler ki, "Kırklareli'nde bir dekar bağın varsa iki ton üzümün, bir sandık arın varsa iki dönüm yerin var demektir."
Yazılı kaynaklara göre Avrupa'ya, Fransa'ya asma çubuğu, asma kültürü Kırklareli'nden gitmiştir. Kırklareli'nin ilk sakinleri olan Traklar şarap kültürünü Yunanistan'a taşımışlardır. Bağcılık ürünleri Avrupa'ya aktarılırken, Osmanlılar üzüm pekmezi, pestil, bulama, sucuk ve lokum gibi ürünler elde etmekle yetinmişler. Nitekim Evliya Çelebi de buraya geldiğinde bağcılık ürünü olarak Kırklareli'nde bunlara değinmektedir.
Şu halde tarih içerisinde bağcılığın gelişmesi veya gerilemesinde dini inançların da büyük rolü olmuştur. Türkler Anadolu'yu, Trakya'yı yurt edinip Balkanların ötesine gittiklerinde bu coğrafi bölgede zengin bir bağcılık kültürüyle karşılaşmışlardır. Fakat bu yemişi ve ondan elde edilen ürünleri, söz gelimi rakıyı, şarabı ekonomiye ve yaşama dahil edinceye kadar da çok zahmet çekmişlerdir. Tabii bunun liberal bir görüş gerektirdiğini söylemeye lüzum yoktur. "Zaman değişmekle ahkâm da değişir" gerçeği anlaşılıncaya kadar Kırklareli bağcılığı kendinden çok şeyler yitirmiştir. Sonraki yüzyıllarda bakmışlar ki Kırklareli yöresinde bağcılık hem bir geçim kaynağı, hem de bir yaşam biçimi, uygarlık kültürüdür… Bunun üzerine bağcılığa önem vermişlerdir. Fakat yitirilen zaman, bağcılığı olumsuz yönde etkileyen koşullar ortadan kaldırılamamıştır. 1658 yılında 20 bin dönüm olan bağ varlığı Cumhuriyet'e gelindiğinde biraz ticaret, biraz geçim ve biraz da Bağ Bozumu Şenlikleri'ni sürdürecek kadar azalmıştır.
Tabii, bağcılığın gerilemesi ve zaman içersinde yok olma aşamasına gelmiş olması yalnız dini inançlara, ilgisizlik ve bilgisizliğe bağlanamaz. Bunda ardı ardına gelen büyük savaşların, kitlesel güçlerin ve 1860'lı yıllarda Fransız bağcılığında görülen Flaksora hastalığının zamanla Kırklareli bağlarına da bulaşmasının önemli etkisi olmuştur. Fakat asıl ve en önemlisi insanımızın gelişen ve değişen Türkiye koşullarında bağcılığı "Ağır İş" kabul ederek dışlanması, bağcılık kültürünü yitirmiş olmasıdır. Nitekim Kırklareli bağcılığını kurtarma girişimlerinde hep bu ilgisizliği ve kültürsüzlüğü göreceğiz. Bu konuda yazılarımızı sürdüreceğiz.
Gazetenizde bu tür yazılar yazılması çok önemli. Sizleri ve yazarı sayın Nazif KARAÇAM'ı tebrik ediyorum. Bu ve buna benzer yazılar bir il için önemli olduğu kadar yerel basının da önemini ortaya çıkarmaktadır. Başarılı çalışmaların devamını dilerim. Saygılarımla. Necdet GÖÇ
Sayın hocam her şeyi güzel anlatmışsınız ağzınıza sağlık fakat bulgaristanda lozangırad denince 1912 öncesi bulgar dilinde kırklarelinin adı olarak biliyorlar üzüm şşehri olarak değim yeni açılan hotel bile kırklareli hoteli değil lozangırat hotali olarak isimelirledi.j