Geçen yıl Kakava festivali kapsamındaki bazı müzik konserlerinin gezi olaylarında yaşananlar sebep gösterilerek iptal edilmesini eleştirmiş, bence siyaset hatta tahrik kokan bu iptaller 'senaryonun bir parçası mı' başlıklı eleştirel yazı yazmıştım. Geçen yıl festivalde benim dahil olduğum 'KIRKSEDER Şiir Etkinliği' de yapılmıştı. Bu yıl festivalin iptalinden dolayı belediyemize teşekkür etmek boynumuzun borcu. Oysa biz şairler, sanatçılar eserlerimizi icra etmek adına hele ilimizde iple çekeriz böylesi özel günleri. Her ne kadar iptal edilme çok doğal olsa da bu zamanda artık doğal şeyler için de teşekkür etmek gereği duyar olduk ve de; eleştiri yapmayı bilen takdir etmeyi de bilmeli, eleştiriye tahammülü de. Yeter ki art niyet olmasın, eleştiri adıyla hakaret yapılmasın.
'Kara Elmas' tan gelen kara haberle karaları bağladık, ülke olarak, millet olarak yasa büründük. Çok büyük can kaybı, benim köyüm gibi üç köyün toplam nüfusunun bir anda yok olması, geride kalan acılı binler on binler, gönlü yaslı milyonlar. İnsan buralardan bile tahammül etme zorluğu çekerken oralarda yaşayanlara Allah büyük sabır versin. Sadece 'Kakava'mız değil üniversite şenliklerinden 19 Mayıs kutlamalarına, gerek yöresel gerekse ulusal tüm eğlenceli etkinliklerimiz iptal oldu. 19 Mayıs'ı kutladık ta bayramı kutlayamadık.
Enerji bakanımızın olayın başından sonuna kadar bütün çalışmaların başında olması, acılı ailelerle birlikte her şeye ortak olup gözyaşı dökmesi, geç de olsa doğru ve kesin bilgileri vermesi doğru, bu olayın hemen iktidara yönelik saldırı aracı olarak kullanılması yanlıştı. O ne çaresizlik ki; içeride kimsenin sağ kalamayacağını bile bile yetkililere çare bulun diye yalvaranlar, kendi kurtulduğuna sevinemeyenler. Kurtuluşunu ailesine haber veremeden kurtarma çalışmalarına katılıp günler sonra ailesine kavuşan fedakarlar... Allah bir daha böyle bir acıyı ve çaresizliği milletimize yaşatmasın.
Ne acı ki; tarihimizin en büyük maden faciasına ihmaller zincirinin yol açmış olabileceği ihtimali gittikçe güçleniyor hatta tutuklamalara bakılırsa neredeyse kesinleşti diyebiliriz. İyi de neden, nasıl? Bir insan hayatı bu kadar ucuz mu? Bugün televizyon haberlerinden öğrendiğimize göre: İş kazaları konusunda Avrupa'da birinci sıradaymışız... Şaşırmadım. Biz ki; istisnalar olsa da genel anlamda, kendi hayatımızı kurtarmaya yönelik adı üzerinde emniyet kemeri takmayı araç kullanmanın şartları arasında görmeyip trafik ekiplerinin ceza korkusuyla takarız. Biz ki; trafikte araç kullanırken alkollü ve ya kural dışı davranış nedeniyle cezaya çarptırıldığımızda; 'sen benim kim olduğumu biliyor musun' diyebilecek kadar ileri gidenlerdeniz. Akan trafikte, direksiyon başında cep telefonu ile konuşmanın, sigara içmenin nelere malolabileceğine aldırmadan devam ederiz. İslamiyette önce tedbir, sonra takdir esastır. İfadelere göre; madende günler öncesinden gelen tehlike sinyallerine aldırmadan devam edilen üretime yönelik çalışmalar, yüzlerce insanımızın canına mal oldu.
Eğitim eğitim de kime, nasıl bir eğitim. Kuralları bilsek de uygulama olmayınca... Ben ormanda çalışan biriyim. Kurallara uygun giyilebilecek ne kıyafetimiz var ne de o kıyafetleri giyip çalışma imkanımız. Trafik haftası kutlama kapsamında üniversite kültür merkezindeki programda sergilenen 'uyuşturucu kullanan veya sarhoş olanın dünyayı nasıl gördüğünü gösteren' similatör gözlüğünü takıp düz çizgi üzerinde yürüme testine katıldım. Yol görmek bile pek mümkün değilken nerde kaldı doğru yürümek. Doğru yürüdüm sandım da; gözlüğü çıkardığımda izleyenlerin gülmesine sebep olan, kendimi başka yerde buldum.
Keşke'ler yaşanmışlıkları değiştirmez de; keşke olmasaydı denecekler arasında sayın başbakanın yumruk attığı iddia edilen o gerginlik, başbakanlık müşavirinin tekme attığı o görüntüler keşke olmasaydı. Keşke bunca acıyı bahane ederek çeşitli yakma yıkma, herkes acıyı derinden hissederken tahrik edici eylemler olmasaydı. Hele ki maden işçilerine yönelik; yaşanan faciayı kastederek '... hatta müstahak ...' diyen o konuşma, (ben okuyamadım da doğru ise yazık) ... helak oldular diye yazılan o yazı hiç olmasaydı.
Sahi; 1 Mayıs'larda üyeleri adına eylemlere imza atan, Taksim'e çıkmayı adeta kutsal bir görev ve zafer olarak algılayan işçi, emekçi temsilcisi olan sendikalar felaket öncesi ve sonrası nerelerdeydi. İktidardan muhalefete, siyasetten devlete, duyarlı vatandaşa kadar herkes oradayken, canı gitmiş insanların tepkisi olmasa sendikaların varlığı bile aklımıza gelmeyecekti belki.
Keşke böyle olmasaydı ama; bu olayın en önemli yanı musibetlerin nasihatlerden daha etkili olduğu acı gerçeğini yüzümüze bir kez daha tüm şiddetiyle vurması oldu. 1999 depremlerinden beri böylesine büyük bir yıkım hatırlamıyorum. Nasıl ki depremler sonrası inşaat ve emlak sektörü deprem öncesi, deprem sonrası diye ikiye ayrıldıysa, madencilik sektöründe de pek çok şeyin Soma öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılacağını düşünüyorum.
sairmehmet39@hotmail.com
0 539 839 75 78
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol