TRAKYA’DA ÖYKÜSÜ BİTMEYEN SAVAŞ BALKAN HARBİ VE BOZGUN -15-

Nitekim savaş sırasında tutum ve davranışları, verdiği emirler bunu açıklamış bulunmaktadır. Kendisi bir hayalperestti. "Yorgun ve bitkin Kabine'nin en büyük ismi ise Sadrazam Gazi Ahmet Muhtar Paşa'dır. Oğlu Mahmut Muhtar Paşa da Bahriye Nazırı olarak "Büyük Kabine" de yer almıştı. Osmanlı orduları Balkanlarda ve Trakyada olmak üzere iki cephede savaşa girmiştir. Abdullah Paşa Komutasında Doğu Cephesini tutan Birinci Ordu, Dimetoka-Kırklareli Hattına yerleşmişti. Bulgarlara karşı durum almıştı. Ali Rıza Paşa komutasındaki İkinci Ordu ise, Sırp-Bulgar sınırına yerleşmiş Yanya, İşkodra, Selanik yörelerini tüm olarak içine alan Makedonya -Arnavutluk cephesini savunacaktı. Seferberlik tamamlanmadan savaş başlamıştı. 8 Ekim’de Karadağ saldırıya geçmişti. "Bunu Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan'ın Osmanlı Devletinden Makedonya, Arnavutluk ve Girit'e bağımsızlık ve özgürlük verilmesini öneren notaları izledi" 16 Ekim’de Osmanlı Hükümeti bu notayı reddetti ve tehditlere savaş ilanı ile karşılık verdi. Başka da çare yoktu. Bir ülkenin savaşı istemesi ya da savaş istememesi veya savaşa zorlanması bazı koşullar altında mümkündür. Savaş ya ekonomik pazar bulmak, ya askeri ve siyasi üstünlük sağlamak ya da büyük devletlerin gizli amaçlarına hizmet etmek zorunluluğundan çıkar. Ama ne olursa olsun, savaş ne için çıkarsa çıksın "Savaşın en büyük, en önemli etkeni ASKER'dir. Asker büyük sözdür. Asker, soğukla, yorgunlukla, hastalıkla ve de düşmanla boğuşan kutsal bir varlıktır. Savaşta iyi yaşanmayacağını, en kötü olasılıklara sabırla dayanmayı bilen askerdir. Savaşın ikinci etkeni "ZAMAN"dır. Dünyada en uzun ve en kısa olan, en hızlı giden ve en yavaş olan "Zaman"dır. Askerin görevi zaman için savaşmak, düşmandan zaman almak için özverircesine çalışmak, görevini yiğitçe, yurtseverce yapmaktır." "Savaşta insanda iki duygu çarpışır. Görev bilinci ve kendini savunma içgüdüsü. Savaşın üçüncü etkeni DİSİPLİN'dir. Bu olduğu zaman görev bilinci öne geçer."
Balkan savaşında bu üç faktör beceriksiz yöneticiler yüzünden ordunun aleyhinde bulunuyordu. Ayrıca ülke anarşi içindeydi. Sayın Şevket Süreyya'nın ifade ettikleri gibi, "anarşi, yıkılışın habercisidir. Eğer bir nizam müesseselerini yerleştiremez ve mevcut müesseseleri de itibarlarını kaybederlerse, anarşinin ağları toplumun yapısını sarsmaya başlar. Ve eğer toplum, daha sağlıklı bir düzene gebe değilse ve geleceğin sözcülerini, müjdecilerini bulamamışsa, bu hasta toplumun büsbütün dağılışı kaçınılmaz bir sonuçtur. 1910- 1912 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu bunun çeşitli sahnelerini yaşadı. "Bu sahnelerin en korkuncu, en dramatik olanı ve sonuçları itibarıyla Osmanlı Türkiyesi için en kötü olanı BALKAN SAVAŞI'dır. Tüm koşulların Osmanlı ordusunun aleyhinde bulunduğunu "Başsızlığın, plansızlığın, disiplinsizliğin "savaşla birlikte etkilerini gösterdiği "1912 yılının 17 Ekim’inde, puslu, soğuk, yağmurlu bir günde savaş başladı.
İKİ CEPHEDE DE BOZGUN VAR
"Orduyu Hümayun V. nolu projeye göre seferberliğini bilicra tahşidata aşlayacaktır. Celp olunacak redifler (yedekler) meydanında yüzde 25 gayrimüslim çağrılacaktır" emriyle açıklanan bu plan savaşla birlikte uygulama alanına kondu. Fakat ne yazık ki bu plan hazırlayanı Yemen İsyanının bastırılmak üzere orada bulunduğu için buradaki beceriksiz ellerde hemen hemen hiçbir işe yaramadı. Hiçbir şey planlandığı zamanda planlandığı yere ulaşamadı. İşin en ilginç yanı "-Harbiye Nazırı ve aynı zamanda Başkomutan Vekili Nazım Paşa ile Doğu Ordusu Komutanı Abdullah Paşa arasında savaş planı üzerinde anlaşmazlık çıkmıştı."
Yazının devamı var...

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol