Burada bir kez daha tekrar edelim ki, dünyada ve Avrupa’da cereyan eden olayların sonuçları, Osmanlı sistemine olan etkileri üzerinde duruyoruz. Ve şuna işaret etmek istiyoruz ki bir devletin çağdaşlaşmaması ayak bağlarından ileri gelmektedir. Dünya büyük boyutlar kazanırken gerçekçi ve dinamik bir karakter taşıyan Türk halkını bunun gerisinde bırakmak, ona dayanmadan saltanat etmenin sonu yıkımdır. İşte Avrupa'nın Asya'ya üstünlüğü bu gerçeği çok iyi anlamış olmasındandır. Avrupa ülkelerini tabandan "sarsmış" olan keşif ve buluşlar bunların sonuçları Osmanlı Devlet düzenini temelinden "silkelemiş"tir. İngiltere, Fransa, Portekiz gibi ülkeler deniz ekonomisini ulusal maliyenin esaslı bir unsuru haline getirirlerken Osmanlı Devleti bir "Kara İmparatorluğu” olarak görünmüş, geliri sabit,t oprağa dayalı, maaş ve savaş masrafları nedeniyle boyuna harcanan bir devlet niteliğinde kalmıştır. "XVI. yüzyıl sonunda bütün Avrupa içinde en güçlü imparatorluk" olarak görünen Osmanlı imparatorluğu, kuzey komşusu Rusya'nın Batı Avrupa ile bağlantısını kesmekle de dikkati çekmiştir. Fakat ne var ki Osmanlı Devleti Rusya, Avusturya, Venedik ve Polonya arasında kurulan Mukaddes ittifaka engel olamamış, "Avrupa koalisyonu" karşısında 1699 yılında Karlofça Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti Doğu Avrupa’daki üstünlüğünü yitirdi, bundan sonra "imparatorluğun yayılma gücü kırılmaya başladı. Avrupa’da yolunu kesen güçler olarak Rusya, Polonya, Avusturya ve Venedik çıkmaya başladı."
Bu döneme kadar Avrupa'da mutlakçı otoriterizm yerini meşruti oligarşılara parlementorizme bırakır, derebeylik yıkılır, üretimden doğan sosyal ilişkiler ve tabakalar yeni biçimler yeni boyutlar kazanır, toplumların sosyo ekonomik yapıları temelden değişikliğe maruz kalırken Osmanlı Devleti kulluğa, toprağa, tüketime, despotizme dayalı gelenekçi Bozuk Düzenini devam ettirmekte kararlı görünmüştür. Önasyanın bu zinde devletinin kendi içinde, birbirleriyle zıtlaşan sosyal ve ekonomik katlar yaratarak yenileşme yoluna gidememiş olması bundan sonrası için bir "Bozgun", bir "Batış" dönemi olacaktır.
ÇÖZGÜN DÖNEMİ
Toprak ve nüfuz kaybına başladığımız dönemde Osmanlı Devleti’nin kara yazgısını Avrupa’nın değişen ve gelişen ulusları yazacaktır. Rahmetli Prof. F. Köprülü'nün, tarihin en uzun ömürlü imparatorluğu olarak nitelendirdiği Osmanlı Devleti, dört asırda elde ettiklerini iki asırda yitirmek gibi acıklı bir duruma düşmüştür. Osmanlı Devleti’nin bu dönemine "BOZGUN DÖNEMİ" demek ağır bir yargı ise de, F. Rıfkı'nın deyimiyle "ÇÖZGÜN YILLARI" demek doğru olacaktır.
Geçmişte olduğu gibi, bu Çözgün Dönemi’nde de padişahlar iktidar kaynağını ordudan ve dinden almaya, iktidarı paylaşmamaya devam etmişlerdir. Çeşitli ırk ve dinlerden, kültürlerden meydana gelmiş bir imparatorlukta iktidar olmanın, iktidarı paylaşmanın nedeni elbetteki bu değildir. "Halkı Müslüman ve diğerleri olmak üzere iki sınıfa ayrılmış" olan Osmanlı Devleti’nin sıkıntısı ortada bir Ulus Birliği’nin bulunmayışından ileri gelmektedir. Oysa bu sıralarda Avrupa’da ulusal bilinçlenme dikkati çekiyordu. Gerçekten iç ve dış olaylar nedeniyle devletin oligarşik ve despotik yönetim biçimi, ordunun yapısı bir operasyonu gerekli kılıyordu. Çünkü imparatorluk "artık kendini kuvvetle kabul ettiremez" duruma gelmişti. Bu arada “büyük kitlesi Hristiyan kalmış olan Balkan halkları gittikçe daha geniş ölçüde Müslüman Hanlar’dan sıyrılmaya, Karadeniz'e doğru yayılan Rusya'ya yanaşmaya "başlamışlardı. Yazının devamı yarın yayımlanacaktır...
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol