1923 yılında Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye "Köyler Ülkesi" olarak anılıyordu. Zira 12 milyon nüfusun yüzde 80'ni köylerde yaşıyordu ve bu nüfusun yüzde 92'si de okuma-yazma bilmiyordu. Köylerin yolu, okulu, öğretmeni yoktu. 1877'den 1923 yılına kadar geçen 46 yıllık sürede yedi cephede yapılan (7) savaş halkı yorgun, bitkin ve hastalıklı hale getirmişti. Savaşlardan anasız babasız kalan onbinlerce çocuk saçak altlarında aç ve susuz, kendilerine el atılmasını, bir kaşık sıcak çorba içirilmesini bekliyorlardı. Savaşların yaralı bereli, sakat bıraktığı ve çeşitli bulaşıcı hastalıklardan mustarip onbinlerce insan sağlık hizmeti bekliyordu. Nüfusun çoğunluğu köylerde ve bu halde olduklarını dikkate alan MUSTAFA KEMAL memleketin davasını "KÖYLÜ DAVASI" olarak görüyordu.
Osmanlı hiçbir zaman KÖYÜ ve KÖYLÜ'yü ciddi bir sorun olarak gündemine almamıştır. Zaten Osmanlı'nın halkı yoktu. TEBAASI vardı. Padişah kullarını kendi hallerine bırakmıştı. Bu nedenle Mustafa Kemal vatanın kurtarılmasından sonra HALKIN KURTARILMASI'nı, KÖYLÜ'nün KALKINDIRILMASI'nı birinci sorun olarak ele almıştı. HALK ve KÖYLÜ bu BÜYÜK İNSAN için hayati önem taşıyordu. Yeniliklere, reformlara, köklü ve yaygın girişimlere mecliste muhalefet edenler olduğunda kürsüye çıkar, "HALKA GİDERİM" derdi. Halkın gücüne ve sesine büyük önem veriyordu. Çünkü DEMOKRASİ RUHU idi.
Mustafa Kemal için HALKIN SESİ TANRI'NIN SESİ gibiydi. Köylünün kalkınması, kalkındırılması, canlandırılması ve her şeyden önce eğitilmesi, okutulması, karanlığın aydınlanması gerekiyordu. Atatürk'ten sonra da Cumhuriyet Hükümetleri köy ve köylü davasını gündemde tutmaya devam etmişlerdir. Bugün köy ve köylü davasında geldiğimiz yer bir başka sorunu gündeme getirmiştir. Fakat buna rağmen köy ve köylü davası bitmemiştir. Köylerde nüfus azalmıştır. Fakat Türk ülkesi ve halkı kalkınmış, gelişmiş, uygarlaşmış değildir. Sanayi Ülkesi olmadığı için, Endüstri Toplumu da, Bilgi Toplumu da olamamıştır. Köyün Romanı yazılmıştır ama hala romanı yazılacak köyler ve köylüler vardır. Ve her şeyden önce Türkiye halkını, köylüsünü eğitmek zorundadır. Yüzyılımız "Ömür boyu Eğitim Yılı"dır. Eğitim için zaman yoktur. Eğitim evde, kahvede, kışlada, tarlada, işyerinde ve tabii okulda yapılabilir. Öğrenmenin yeri ve zamanı yoktur… Türk köyü ve köylüsü daha uzun yıllar klasik yapısını değiştirmeye niyetli görünmemektedir. Muhafazakarlık onun yaşam ve düşünce biçimidir. Ancak bunun dışında Türk halkı FAYDACI (Pragmatik) ve Gerçekçi'dir yani realisttir. Aklının yattığı şey onun için faydalıdır, doğrudur. Mustafa Kemal Atatürk'ün, "BENİM KÖYLÜLERİM" dediği kesim eli nasırlı insanlardır. Devletin onlar üzerindeki eli hiçbir zaman kalkmayacaktır. Bu nedenle Cumhuriyetin başlattığı Köy ve Köylü Davası bitmiş değildir, ortadadır ve köy, köylü artık uzaklarda değildir. Köylü şehre gelmiştir. Şehirler köylü olmuştur. Bu durum Türkiye'nin yeni bir sorunudur. Şüphesiz "UYGARLIK KÖYÜN KENTLEŞMESİ, KÖYLÜNÜN KENTE GELMESİDİR…"
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol