Hayırlı Cumalar sevgili okuyucular.
Timur Han (rahmetullahi aleyh), dünya çapında bir devlet adamıdır.
Ve büyük bir kumandan.
Bir gün biri ona “Bu başarınızı neye borçlusunuz?” diye sordu.
Cevaben;
“Bir karıncaya” dedi.
Ve başından geçen şu hadiseyi anlattı ona:
“Gençliğimde bir savaşa girmiştik. Aslında kuvvetliydik, ama yenildik.
Ordumuz perişan oldu!
Her birimiz bir tarafa dağıldık. Moralim sıfırdı... Bir duvar dibinde çöküp kaldım.
Perişandım!
Ne yapacağımı düşünüyordum ki ‘bir karınca’ ilişti gözüme. Baktım, ağzında ‘bir buğday tanesi’, duvara tırmanıyor. Belli ki duvardan aşıracaktı onu.
Ama başaramıyordu.
Yarı yola kadar tırmanıyor, aşağı düşüyordu. Tekrar tırmanıyor, yine düşüyordu.
Ama hiç yılmıyordu.
Merak edip saydım.
Tam ‘yetmiş defa’ tırmandı, hepsinde de aşağı yuvarlandı. Ama yılmadı ve ‘yetmiş defa’ düşmesine rağmen vazgeçmedi hedefinden.
Ne azim vardı onda.
Ne de kararlılık...
Ama başardı sonunda. Bu azmine hayran kaldım. İbret ve ders aldım. Kendi kendime;
‘Karınca kadar da olamaz mıyım?’ dedim.
O günden sonra yılmadım bir işte. Her işe, âlimlere sorarak başladım.
Onların duasını aldım.
Rabbime dayandım. Ona güvendim. Çalıştım ve Allah’ın izniyle başardım...”
***
Timur Han, âlim ve velileri çok sever ve hürmet gösterirdi. Hatta hep yanında bulundurup özel değer verirdi onlara.
Seyyitlere saygılıydı.
Evliya türbelerine giderdi.
Onları ziyaret ederdi.
Büyük veli Ahmed Yesevi hazretlerinin kabri üzerine mükemmel “bir türbe” yaptırmıştır.
Yine evliyanın büyüklerinden Behaeddin-i Buhari hazretlerini de çok sever, istifade etmeye çalışırdı bu “büyük veli”den. Nitekim bir gün Buhara caddesinden geçiyordu ki bazı kimselerin halı silkelediklerini gördü biraz ileride...
Yaklaşıp sordu:
“Bu silkelenen halılar kimindir?”
“Behaeddin-i Buhari hazretlerinin halılarıdır” dediler.
O, bunu öğrendi.
Çok duygulandı ve hazine bulmuş gibi sevindi âdeta... Bereketlenmek istedi o tozlarla. Atından inip edep ve tevazuyla girdi o tozların içine.
“misk ve anber” sürünür gibi yüzüne gözüne sürdü o tozları. Ve büyük zevk aldı. İşte “Evliya sevgisi” bu olsa gerek...
Onu böyle görenler;
“Koca sultan böyle ne yapıyor?” diye çok merak ettiler...
Ama o, ne yaptığını çok iyi biliyordu... İşte onun, “Allah dostlarına” gösterdiği bu hürmet ve onlara beslediği muhabbet sayesindedir ki zaferle çıktı girdiği her savaştan.
Vefat ettiği gündü.
Velilerden biri “Timur öldü, 'imân'ı da beraber götürdü” demiştir...
***
Timur Han, Seyyid Emir Külal hazretlerinin sohbetinde bulunmuş, “manevi evlâtlığa” kabul olunmuştu. Kendisi Semerkant'taydı.
O zatsa Buhara'da.
Bir gün bu veli zata;
“Buhara'ya gelmemize izin var mıdır? Eğer izin yoksa lutfedip kendileri gelseler. Zira çok özledik” diye haber gönderdi.
O da oğlu Emir Ömer'e emretti ki:
“Oğlum! Biz Timur Han'dan razıyız ve duacıyız lâkin buraya gelmesi uygun olmaz. Biz de oraya gidemeyiz. Semerkant’a git, bunu bildir ve ona de ki ölmeden önce ahirete yarar iş yapsın!”
Emir Ömer gitti.
Ve bunu nakletti kendisine.
Koca sultan;
“Emirleri baş göz üstüne! Buhara'nın mülkünü onun emrine vermek istiyorum, lütfen kabul etsin” diye rica etti.
Emir Ömer başını kaldırdı:
“Hayır, babam bunu kabul etmez.”
“Öyleyse filân şehri ona bağışlayayım.”
“Bunu da kabul etmez.”
“Hiç olmazsa ikamet ettiğiniz köyü bağışlayayım.”
“Onu da kabul etmez.”
“Peki, babanızın bana bir emri var mı?”
“Evet var. ‘Timur Han’a söyle. Ölmeden önce ahirete yarar iş yapsın!’ diye tembih etti” dedi.
Timur Han sordu:
“O yarar iş nedir acaba?”
Emir Ömer “Babamdan duymuştum. ‘En kârlı iş, Resulullah’ın yolunda olmaktır. İslâm’a uyan, dünyada da ahirette de rahat eder’ buyurmuştu” dedi.
***
Timur Han (rahmetullahi aleyh); bir gün adamlarıyla bir yerde oturmuş, âlim ve velilerden konuşurken ileriden “bir grup insanın” geçtiğini gördüler.
Sorup araştırdılar...
Meğer Hak dostlarından Seyyid Emir Külal ve talebeleriymiş o gidenler. Timur Han, âlim ve velileri çok sever ve sayardı.
Bunu öğrenince koşup yetişti bu büyük zata. Edeple yaklaşıp “Efendim, duanıza çok muhtacım” dedi
Büyük veli durdu.
Çok dualar etti ve;
“İleride çok mühim işlerin olacak. Hepsinde muvaffak olacak ve bu ülkeyi baştan başa mülküne katacaksın” dedi.
Ve yoluna devam etti.
Bir müddet geçti...
Bir gün bir talebeyi çağırıp “Süratle Emir Timur’a git. Oturuyorsa kalksın, ayaktaysa durmasın. Ordusunu alıp hızla Harezm’in fethine gitsin. Oradan da Semerkant’a yürüsün! Velilerin ruhları Onunla beraberdir” dedi.
Talebe “başüstüne” dedi.
Ve koştu Emir Timur’a.
Hocasının emrini iletti aynen. Timur Han bu haberi alır almaz “Emri başım gözüm üstüne!” dedi ve ordusunu alıp Hareket etti o gün.
Buyurduğu gibi önce “Harezm’i” fethetti.
Ardından “Semerkant’ı” kattı ülkesine.
Hiç de zorlanmadı.
Velilerin ruhları Onunla beraberdi çünkü...
Büyüklerimiz “Evliyanın himmeti, dağı bile devirir” buyurmuşlardır.
Kur’an yerine çevirisini okumak?
Sual: Mezarlıkta ölülere Kur’an yerine, meal veya tefsir kitabı okuyanlara rastlıyoruz. En doğru tefsir diye, namazda bile bunları okuyanlar oluyor. Buralarda Kur’an yerine tercümesini okumak günah değil midir?
CEVAP
Evet, büyük günahtır. Çünkü Kur’an-ı kerim, Allah kelamıdır. Kur’an-ı kerimin başka dillere yapılan çevirilerine, en doğru çeviri olsa bile, Kur’an denmez ve Kur’an olarak okunması asla caiz olmaz. Bunları Allah kelâmı kabul etmek, mezarlıkta veya namazda Kur’an diye okumak, büyük günah olur. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyuruyor ki:
(Kur’an-ı kerim tercümesini, Kur’an-ı kerim yerine okumak haramdır.) [Fetava-i fıkhiyye s. 37]
İsmimiz bile tercümesiyle söylense çok acayip olur. Mesela ismet; günahsızlık, temizlik demektir. İsmi İsmet olan biri, İsmet değil de, tercümesi ile çağrılsa, İsmet Bey yerine, Temizlik Bey, Günahsızlık Bey dense, uygun olur mu? Bir ismin bile tercümesini söylemek çok tuhaf olurken namazdaki Allah kelamı olan sûrelerin tercümelerini veya tefsirlerini okumak nasıl caiz olur?
Ezanın da başka bir dilde tercümesini ezan olarak okumak caiz değildir. Mesela Fransızca (Dieu est grand), İngilizce (God is great) veya Türkçe (Tanrı uludur) dense caiz olmaz. (Allahü ekber) diyerek okumak lazımdır.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol