Bizim kuşak yumurtanın para yerine geçtiği bir dönemden gelmektedir. Köylü insanlar bazı ihtiyaçlarını bakkala yumurta götürmek suretiyle karşılarlardı. Yumurta ile aldıkları şey de yağdır, tuzdur, kibrittir, gazyağıdır, sigaradır. Sigara tane olarak alınırdı. Bir paket sigarayı alacak parasal güç yoktu.
Köylü yalnız köy bakkalına değil, kasaba pazarlarına da daha çok yumurta, bir-iki tavuk götürürdü. Elde ettiği birkaç kuruşla ihtiyaçlarını karşılardı. Fakat sakın sanmayınız ki bu yoksulluk şikayet konusudur; değildi. Kim bilir kaç yüz yıldan beri köylü yumurtayı, tavuğu para gibi kullanıyordu. Onu bilmiyoruz. Ekonomi tarihini okumak gerekir.
Köylü, kasaba pazarına yalnız yumurta değil, tavuk değil, ekşimik, tereyağ, süt, yoğurt da götürür satardı. Sattıklarını mütevazi, aldıkları mütevazi idi.
Köylü, kasaba pazarından ya da köy bakkalından ihtiyaçlarını hayvansal ürünlerle karşıladığına göre avlusunda kümes, ahırında hayvan var demekti. Evet köylü avlusunda tavuk kümesi, ahırında bir iki baş hayvanı bulunmasına özen gösterir, bunları sigorta gibi görürdü. Çok acil durumlarda hayvanı satıyor, borçtan harçtan arınıyordu.
Kasaba pazarının olduğu günlerde yollar, pazara gidenlerle kalabalık olurdu. İnsanların çoğu yalın ayaktı. Buna rağmen köylüler yoksulluğu konuşmazlardı. Onlara yoksulluk doğal geliyordu. Yoksulluğu yenmek "Yarın Allah Verecek" duasına bağlıydı. Köylü KERİM ALLAH'a çok inanıyordu. Milli mücadeleyi yapanlar, Cumhuriyeti ilan edenler bunları biliyorlardı. Fakat katiyen fakir edebiyatı yapmıyorlardı. Herkes kaderine razı görünüyordu. Fakirin ekmeği sade idi. Ekmeğini tuzla bibere banıyordu. Komşudan alınan yarım tas ekşi ayran sofrada zenginlik, bereket sayılıyordu. Ancak köylerde bir dayanışma vardı. Köyün ağaları, zenginleri, hali vakti yerinde olanlar yoksullara yardım etmekten, yeni ürünlerin çıkmasına kadar borçlandırıyorlardı. Borcunu ödeyemeyenlerin mahkemeleri, icra dairelerine sürüklenmeleri söz konusu değildi. Kol kırılır yen içinde kalırdı.
Cumhuriyet aydınları uzaklarda köy olduğunu öğrendikten sonra köylüyü, fakirliği, yoksulluğu anlatıp yazmaya başladılar. O kadar acı gerçekleri dile getiriyorlardı ki bundan rahatsız olanlar "FAKİRLİK EDEBİYATI YAPMA" derler, yazanları susturmaya, tu kaka etmeye çalışırlardı. Mahmut Makal köyünü anlattığı zaman ki 1950'li yıllardır. Tuzu kurular Türkiye'de böyle köy olamaz dediler. Oysa Türk köyü "Gün Ortasında" bile karanlıktaydı. Köylü yazarlar köyün, köylünün iç yüzünü ortaya koyduklarında fildişi kulede yaşayanlar gerçeği kabul etmek zorunda kaldılar. Türkiye'de bir Köy ve Köylü Davası olduğunu anladılar. Atatürk'ün, "Memleketin hakiki sahibi ve efendisi" olarak gördüğü köylü, bugün çoğu şeyi, çok komplike sorunları geride bıraktı. Demokrasinin asli unsuru oldu. Biz, kat edilen bu mesafeyi görmediğimiz, ölçemediğimiz için karamsarız. Nereden nereye geldiğimizi bir bilsek, kendimizi, ülkemizi daha çok seveceğiz.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol