Yeni kusaklar Ilhan Selçuk’un yayina hazirladigi “YÜZBASI SELAHATTIN” romanini ve Rahmi Apak’in “YETMISLIK BIR SUBAYIN HATIRALARI” kitabini okumuslar midir bilmiyorum. Okumuslarsa Balkan Savasi’ni, Birinci Dünya Harbi dönemini ve o yillarda baslayan Türkçülük Hareketi’ni zamanin sosyal ve siyasal çalkantilarini, gelgitlerini ögrenmislerdir. Osmanli Devleti’nin en hareketli zamanina tanik olmuslardir. Türkçülügün Turancilaga vardigi, hayallerin gerçeklerin önüne geçtigi o kaygi verici sartlari düsünmüslerdir.
1917 de Çarlik Rusyasi’nin yikilmasi ile birlikte bu ülkenin egemenligi altinda tuttugu Türki Devletlerden bazilarinin, örnegin Azerbaycan’in bagimsizligini desteklemek amaciyla Türkiye’den bazi ögretmen ve aydinlarin bu ülkeye gittiklerini, bunlarin içinde ünlü yazar, Edirneli Sevket Süreyya Aydemir’in de bulundugunu görmüslerdir. Ve belki de Sevket Süreyya’nin “SUYU ARAYAN ADAM” kitabini okumuslardir. O kitabin bir yerinde Sevket Süreyya su tespiti yapar ve “Hulasa der, burada, genç Azerbaycanlilar ilk Milli Devlet’i adeta gayri milli bir zemin üzerine kuruyorlardi. Bu devlet her seyden evvel milli zemin yaratmak zorundaydi. Bunun için de yeni bir milli ruh, istiklal ve hakimiyet gururu, bayrak fikri, askerlik savas duygusu, vatan kavrami ve vatanin sinirlarini korumak aski lazimdi.”
Sevket Süreyya’nin isaret ettigi bu hususlar Türk Milli Mücadelesi’nin ve Bagimsizlik Savasi’nin temelinde vardir. Mustafa Kemal önderliginde Milli Mücadele Kadrosu bu temel ilkelere özen göstermistir. “Milli Ruh, Istiklal ve Hakimiyet Gururu, Bayrak Fikri, Askerlik ve Savas Duygusu, Vatan Kavrami” cumhuriyete giden yolda Türk halkinin ezberinde olan seylerdi.
Süphesiz Azerilerin ulusal kahramanlari da böyle bir ruh ve gururla devlet olmak istemislerdir. Bu ugurda mücadele de etmislerdir. Fakat sonuna kadar basarili olamamislardir. Onlar bu noktada basarili olmuslardir, demek mümkün degildir. Fakat sonuna kadar TÜRK kalmislardir. Türklük bilincini daima diri tutmuslardir. Yani kimliklerini korumuslardir. Müslümanligin önüne Türklüklerini koymuslardir. Sonunda da bunu Türkiye ile özdeslestirerek, örtüstürerek “BIR MILLET IKI DEVLET” biçiminde formüle etmislerdir. Hasan Pulur da yillar önce bir yazisinda bu hususa dikkat çekmistir. Ancak “Bir Millet, Iki Devlet” 1923 yillarinda Tiflis’te Rus, Azeri, Gürcü ve Ermeni Harbokullarinin bir tatbikatinda bulunan Kurmay Yarbay Rahmi Apak’a hitaben bir Azeri ögrenci tarafindan, “Ey Türk Ordusunun mümessili Yarbay. Kim ne derse desin, Sen de Türk, Ben de Türküm, Yasasin Türklük” biçiminde dile gelmistir. O yillarin öncesinde Türklügü ifade etmek kimsenin aklina gelmiyordu. Çünkü Osmanli Mozayiginda Türk ortaklikta yoktu. Nitekim bu aci gerçegi Yüzbasi Selahattin romaninda anlatmistir.
“Her hafta okuldan (Harbokulundan) izinli çikiyordum. Cuma günleri Rahmi (Apak) ile bulusuyorduk. Besiktas tramvay garajinin karsisina düsen iki katli Selanik Kahvesi vardi. Bu kahve Harbiye talebesinin toplanti yeri olmustu. Bir gece Rahmi, Selanik Kahvesinde bana sordu:
-Sen nesin?
-Harbiye talebesiyim.
-Baska?
-Bilmem.
-Düsün bakalim.
-Osmanliyim.
-Baska?
-Müslümanim.
Sonunda Rahmi bana dediki:
-Hayir, sen Türksün.
O vakte kadar biz yalniz köylülere Türk derdik. Rahmi’nin sözü üzerine ben dedim ki,
-Bilmem, simdilik Osmanliyim.
“Babaeskili Rahmi Apak, Balkan Savasi, Birinci Dünya Savasi, Kurtulus Savasi’na katildiktan sonra Tekirdag Milletvekilligini yapti. Bükres, Lizbon elçilikleri görevinde bulundu. Harb Akademilerinde ögretmenlik yapti.” O her zaman “70’lik Bir Subay”di. Simdi Babaeski’de onunla tanisip konustugumu hatirliyorum.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol