Yüz karası değil kömür karası/ Böyle kazanılır ekmek parası... Demiş ya şair, bunun üzerine daha ne söylenir. İnsan ne söyleyeceğini bilemiyor gerçek anlamda nutkumuz tutuldu. Genellikle Zonguldak'tan gelmesine alışkındık 'kara' haberlerin. Bu kez Soma'dan geldi 'kara elmas'ın kara haberi. Üstelik; Grizu patlaması, göçük gibi alışkın olduğumuz kazaların aksine hiç duymadığımız 'trafo patlaması' nedeniyle. Kaza haberinden beri ayaktayız da en kötüsü elden bir şey gelmemesi. Millet olarak, ülke olarak yastayız. Soma'nın, Aydın'ın, Ege'nin, Türkiye'min başı sağolsun. Yüzlerce ocak söndü, binlercesine ateş düştü. Acı hepimizin ama ateş öncelikle düştüğü yeri yakar. Allah mekanlarını Cennet Makamlarını yüksek etsin, geride kalanlara büyük sabır versin.
Ölüm her şartta var, ancak iş kazası denince genelde de genç insanlar olup bir başka acı oluyor. Hele ki böyle yüzlercesinin tarifi mümkün değil. Allah rızası için, ailesini geçindirmek için alın teri ile çalışırken... Bazı yörelerin kendine özel iş alanları vardır. Bizim bölgemiz de orman işçiliği ağırlıkta olup zaman zaman böyle çok acı ölümlü iş kazaları ile karşılaşılır. İster istemez hatırlıyor insan. 1988 yılıydı. Daha otuzbir yaşında gencecik bir akrabamızı kestiği kavak ağacının üzerine düşmesi ile kurban vermiştik iş kazasına. Ben de şöyle bir şey yazmıştım: Orman derinliklerinde/ Yatsam serinliklerinde/ Nail agam nerelere gittin/ Daha yoktun otuz ikinde. Anan yavrum diye ağlar/ Eşin karaları bağlar...
Sadece yakınları değil köy olarak yanmış yıkılmıştık. Televizyonda izlediğimiz kurtulan madencinin umut veren sözleri gibi, onu ağır yaralı olarak hastaneye yetiştirmeye çalışırken konuştuğu bir kaç kelime bizi umutlandırmış, şahit olanlar olarak biz de herkesi umutlandırmıştık ki; sonra gelen acı haberle iki kere yıkılmıştık. En çok zorumuza gideni de daha birkaç gün önce bazılarımızın az bulup işe gitmediği yövmiyelerin artması için çetin pazarlıklar yaptığımızdı... Hayat bu birkaç liradan değersiz miydi... Değildi elbet, herkes kendi onuru için kendi nafakası için çalışıyordu, çalışıyor. Anacığı hariç belki hepimiz unuttuk. O oğlundan geride kalan yadigarlara, gelini ve yetim torununa sarılarak hayata tutundu ölene kadar da ah çekti.
Su testisi su yolunda kırılır. Her ne kadar genç ve sevilen biri olduğu için hepimizi çok yaksa da, başka kurbanlar da vermedik değil orman kazalarına. Yaralanmalar sakatlanmalar hariç. Önce buz gibi soğuduk, yapmamaya karar verdik. Sonra. Sonrası, sorgulaması yok, hayat devam ettiği sürece her türlü tehlikeye rağmen aynı işleri yapmaya devam. Ne uçağa binenlerin yere inme garantisi vardır ne de yer altına inen madencilerin yukarı çıkma garantisi. Ne uçak düştü diye sefer iptal edilir, ne kaza oldu diye madenden vazgeçilir hatta yer altındaki kaza yerinden arkadaşını kurtarmaya yine canını hiçe sayan madenci ilk önce koşar.
Bu olay en küçük ayrıntısına kadar araştırılmalı ancak asla üzerinden siyaset yapılmamalı. Ne iktidara ne maden sahibine körü körüne suç yüklemek doğru olmaz. Bu sadece bizim için değil tüm meslek dalları için, madenci kardeşlerimiz için de böyle. Bu en büyüğü olsa da ne ilk ne de sonu olacaktır maden kazalarının. Ama madencilik alanında her türlü faaliyet te devam edecektir. Aslında ne yazacağını bilemiyor insan. Kelimelerin yetmediği, acıların tavan yaptığı durumdayız da başka bir şey yazmaktan ya da hiç yazmamaktansa...
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol