Nasıldır ki yıllardır ülkemizin gerçek gündemine gerçek sorunlarına odaklanmak yerine neredeyse tüm enerjimizi gereksiz tartışmalara harcamak zorunda kalıyoruz. Aynı şey köylerimizin birçoğu için de geçerli maalesef. Sayın başbakana ve iktidarına bakıyorum ilk günden beri kimi doğal kimi yapay sorun üstüne sorun, onları aşmaktan arta kalan zaman, enerji, kaynak ile ülkesine insanına ne kadar hizmet edebilecek. Doğal sorunlar yine bir derece her şeyin bir çözüm yolu bulunur da, ya yapay sorunlar ve asıl sorun olan onları üretenler... Kendime bakıyorum neredeyse bir ay oldu ne ülke meseleleri ne de milli günler, sadece kendi köyümün sorunlarını yazmaya çalışıyorum yazdıkça yazasım geliyor, bir ölçüde haklıyım tabi. Bana ne bilmem nerenin belediye seçiminden, o bir anlamda onların sorunu kim alırsa alsın. Ama burada yaşayan benim, buradaki sorun bire bir benim. İçinden geçtiğimiz Ulusal Egemenlik Haftası ve bayramında bile aynı şeyleri yazıyor olmam kendi açımdan eksiklik, yakında içine gireceğimiz kutsal zaman diliminde de kısa zamanda pek değişiklik olacağını sanmıyorum. Kendimizi biraz da hastalık pençesindeki insanların durumuna benzetiyorum; hani insanın ne ağız tadı olur, ne de başka bir şey görecek gözü...
Bizim dört muhtar adayımızdan biri Sayın Bülent Arınç'la, biri cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül ile emsal. Onlar devletin en yüksek zirvesindeki makamlar için ısrarcı olmaz ve aktif siyasetten çekilme sinyalleri verirken; (ki eğer onlar adayız, biz bu işte halâ varız deseler kimsenin onları engelleyebileceğini sanmıyorum) bizimkilerin hala küçücük köyde muhtarlık, yaşı yetmişi geçenlerin onları destekleyip azalık peşinde koşmaları, hele hele seksenbeş yaşında olanların bile halâ bu çirkin yarışta hem de ateşli bir şekilde taraftar olarak yer almaları gerçekten düşündürücü, bu hale nasıl geldik ya da böyleydik te ben mi bilmiyordum. Ben böyle çirkin bir yarışın içinde olmadım asla da olmam. Sonuçta atılan taş ürkütülen kurbağaya değmeli, kimseyi pasif görme niyetinde değilim ama; kazanırsam kime karşı kazanacak, kaybedersem kime karşı kaybedeceğim. Ben bunları sorguluyorum, sorgulamak zorundayım.
Bal arılarında genellikle mayıs haziran aylarında, doğada nektar kaynaklarının bol olup arı nüfusunun hızla artmasıyla hava şartlarına da bağlı olarak gerek çoğalma içgüdüsüyle gerekse yerleri daralıp sıkışma sonucu; aile içi bölünmeler olarak tarif edebileceğimiz 'oğul verme' denen bir dönem vardır ki: Hangi sebeple olursa olsun oğul vermeye yönelen arı kolonisinde ayrılıkçılar arasında büyük gerilim vardır. Normal şartlarda her arı kolonisinde bir tane olması gereken ana, kraliçe arılar bir kaç tane olmaya hazır olup bunların kendi taraftarları arasında gerginlik olur. Rahmetli anacığımın bir sözü vardı: Ah ba kızanım; deniz bal olsa bazı kısmetsizler yemeye kaşık bulamazmış derdi. Uzmanların belirttiğine göre asıl işi bal toplamak diye bildiğimiz arılarda oğul verme döneminde koloni içinde oğul kavgası varken tabiri caiz ise gökten bal yağsa bile kimse bal toplamaya bakmazmış çünkü; oğul verme demek anarşi, ayrılık kavgası demek. Bu nedenledir ki modern arıcılıkta arıların oğul verme eğilimi, doğal olarak oğul vermeleri mümkün olduğunca engellenir. Çoğalmak isteyen, çoğaltılmak istenen arılar kavga ettirilmeden küçük küçük ailelere bölünüp yeni sağlıklı ve güçlü aileler elde edilirken bir yandan da mayıs ve haziran aylarındaki bol nektar kaynaklı dönem kavgasız geçirilmeye çalışılır ki, randımanlı bir şekilde bal verimi alınsın.
Biz yıllardır oğul kavgasında, taht kavgasında olduğumuz için nice nektar kaynakları heba olup gitti, bal yapamadık. Memleketin hemen her köşesine adeta her alanda hizmet yağıyor, iş bilenler faydalanıyor. İmreniyorum bazı köylerimize, birbirinden güzel hizmetler, kalıcı eserler yapılmakta. Mezarlıkların etrafı genellikle çitle çevrili, içleri bakımlı, köy içleri, köy ortak malları bakımlı temiz düzenli. Hayvancılığımız için büyük öneme sahip göletlerin ikincisi üçüncüsü yapılıp bir yandan balıklandırılarak hem sportif hem ekonomik olarak avlanılırken bizde bir tane yok. Bırakın yeni bir eser yapılmasını başta okul olmak üzere var olanlar yıkıldı. Üç dönemdir mecazi anlamda boş olan bir muhtarlık makamı var. Onbeş yıl üç dönem... Her dönemde yeni biri seçilip bir eser bıraksa en az üç tane ki her yeni seçilen en azından bir kalıcı eser mutlaka bırakır ve şimdi yeni gelene bambaşka işler kalırdı. Pasif, problem çözmeyi bilmeyen muhtarlarımız yüzünden o kadar gereksiz şeylerden insanımız birbirine küstürüldü ki. Köy ortak mallarına yapılan açık tecavüzler bile direkt müdahale etmek yerine; bak falanca seni şikayet etti diyerek husumetler yaratıldı.
Bal arısı kolonilerinde çerçevesi çok katı kurallarla belirlenmiş bir hiyerarşik düzen vardır. Herkes yapması gereken işi ya en iyi şekilde yapacak ya da yaşama hakkı yoktur. Normal şartlarda en büyük saygıyı gören ana kraliçe yüksek ve kaliteli doğurganlık özelliğini kaybetmeye başladığında ona bile taviz yoktur, sağlıklı arı ailelerinde hemen yerine bir başkası yetiştirilir, yeni doğan kraliçe kendi annesi olan öncekinin hem saltanatını hem ömrünü sonlandırır çünkü var olmalarının şartı budur. Biz onlar kadar olamıyoruz...
sairmehmet39@hotmail.com
0 539 839 75 78
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol