OSMANLI VE OSMANLICA ÜZERİNE

Altmış'lı yılların sonu yetmiş'lerin başında; köyde yaşayan, gerçek anlamda 'köyünden başka köy görmemiş', bütün bildiklerini ders kitapları ve bir kaç ansiklopedi den alan çok başarılı bir ilkokul öğrencisi olarak, öğretmenin sorduğu: Tarihte kurulmuş Türk Devletleri konulu sınav sorusuna eksiksiz cevap verip sonuna da; Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı sayılan Türkiye Cumhuriyeti diye yazmıştım ki; bütün derslerimde ölçüsüz başarılıydım ama asla derste böyle görmemiş olmamıza rağmen böyle bir yorum yazmış olmam öğretmenin o kadar hoşuna gitmişti ki: Sana nasıl not vereceğimi bilemiyorum demişti. İster bir çocuk ol, ister yetişkin; aklın yolu bir ise bunun bundan başka tarifi yok ki...
'Harf İnkılâbı'nın geçmişle bağlarımızı koparmak için yapıldığını iddia edenler çok. Ben böyle bir iddiada bulunamam ancak bu yönde etkilerinin olduğunu taraflı tarafsız hepimiz biliyoruz. Tanıdığım, bize göre üst düzey eğitim almış, pek çok konuda bilgilerine başvurdğumuz aydın bir abimiz geçenlerde sosyal palaşım ağında bir pul fotoğrafı paylaşıp içeriği hakkında Osmanlıca bilenlerden ciddi olarak yardım istemişti. Öyle bir curcuna koptu ki... Bilen bilmeyen herkes konuştu ortalık karıştı. Asla o abimizi eleştirmiyorum, O öyle görmüş, öyle yetişmiştir. Pul koleksiyonculuğu başlı başına bir ilgi bilgi alanı, Osmanlıca ise bambaşka bir bilgi gerektiren alandır.
Aslında sadece Arap alfabesi ve Osmanlıca da değil. 1930'lu yıllarda 'Modernleşme' adına; türkülerimizin bile radyoda çalınmasının yasaklanması bugün Osmanlıca karşıtlarının elini zayıflatıyor. Yüz yıllar önce söylenenleri bile bugün söylenmiş gibi anlayıp zevkle, severek dinlediğimiz öz Türkçe türkülerimizden daha güzel Türkçe nerede olabilir ki. Hatta bu gün gerek müzik dilinde gerekse isim ve benzeri birçok alanda belki daha da karmaşa var. Biz Lâtin alfabesine geçince bizden önce bu alfabeye geçmiş olan 'Can Azerbaycan'ın kullandığı alfabenin değiştirilmesini sağlayan Sovyetler'in dil ve kültür birliğimizi yok etmekten başka ne amacı olabilir ki. 100. yılında Sarıkamış Şehitlerini anmak için ülkemize gelen Lübnanlı, Filistinli vb. gençler; dedelerimiz bu vatan uğruna can vermiş diyorsa, Makedonya'da, Saraybosna'da Osmanlı mirası, kültürü o günkü gibi canlı tutuluyorsa... O insanlarla vatan birliğimiz, dil, din, kültür birliğimiz en azından benzerliğimiz vardı. Önce coğrafya, vatan birliğimiz koparıldı sonra dil kültür vs. Yasaklanan müzik örneğinde olduğu gibi, gövdesine başka dallar aşılanan ağaçlar misali; ne geldiğimiz yeri unutabildik, ne benimsememiz hedeflenen batı kültürüne adapte olabildik. Sinan Çetin'in 1930'lardaki anlamsız yasakları eleştirdiği 'Mutlu Ol Bu Bir Emirdir' adlı kısa filminde vurguladığı gibi: Kendine evi, hayvanına ağılı, ambarında tahılı olmayan ama vatanı olduğu için mutlu olması gerektiğine inandırılmak istenen insanlar, buna kayıtsız şartsız inanıp mutlu olanlar ve biz zaten vatansız değildik ki deyip boyun bükenler... Ve aynı filmin sonunda verilen yazılı mesaj: İnsanların müziğine, kültürüne, yaşam tarzına yasaklar koyan siyasi otorite hayatın karşısında daima tuhaf duruma düşecektir... Bu gün modernlik adına kendilerine özendiğimiz; İngiltere, Hollanda, İspanya vb, yerlerde krallar, kraliçeler, saraylar halâ baş tacı iken ya bizde???
Yıldırım Beyazıt sonrasında yüz yıllık 'Fetret Devri'nin ardından önlenemez yükselişe geçen ve yaptığı fetihlerle tarihin seyrini değiştiren Osmanlı'nın yaşadığı süreç gibi, çöküşüne sebep 1. Dünya savaşının 100. yılında kendisinin değil ama Osmanlı ruhunun yeniden canlanması bizim dışımızdakilerin hoşuna elbette gitmeyecektir. Bizim asla utanılacak bir tarihimiz, dilimiz, kültürümüz, ödenemeyecek maddi manevi borcumuz yoktur ki evlâtlar olarak 'Reddi Miras' yapalım. Bilâkis bu mirasımıza muhtemel olumsuzluklarına rağmen tüm varlığımız ile sahip çıkmalıyız. Hele ki bizden büyük beklentilerin oluştuğu coğrafyamızda. Ama hiç kimse için değil öncelikle kendimiz için. Geçmişte Osmanlı'nın düşmanı, O'nu yok edebilmek için akıl almaz entrikalar çeviren dış düşmanlar kim ya da kimler ise düşmanlık bu gün Türkiye Cumhuriyeti için de aynen belki daha da fazla olarak devam etmektedir. Bize düşen görev ise 'orta kuşak' olarak bu düşmanlara karşı elbirliği güç birliği ile geçmişimiz ve geleceğimiz arasında sağlam bir köprü oluşturup 'güvenli geçişi sağlamaktır.
Henüz dedelerimizin dilini bilmezken; 'komşumuz' ile anlaşabilmek için samimiyetle söylüyorum ki 'utanarak' Bulgarca dil kursuna büyük fedakârlıklarla gittim. Bugün Osmanlıca bilmemem bir insanın ikiye bölünmüş hali gibi kültürümüzün ikiye bölünmesidir. Kim bilir belden aşağısı olmayan insan da belki yaşar ama buna yaşamak denirse... Bana öyle geliyor ki; geçmişinden korkup Osmanlı ruhuna karşı çıkanlar aslında sadece kendi geçmişlerinden korkanlardır. Bu korku gerçekse korkmaya da gerek yok ki. Eğer sizin bir türlü kurallarını kabullenemediğiniz dinimizde, sevemediğiniz ceddimizde sözünü ettiğiniz diktatörlük olsaydı: Bu gün hepiniz ya tek kalem Müslüman olur ya da olmazdınız...
sairmehmet39@hotmail.com 0 539 839 75 78

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol