Çok yaşayacağını, uzun yıllar hayatta kalacağını sanan bir insan öbür dünya için bir iş yapamaz. Kendi kendine der ki: "Nasıl olsa önünde çok zaman var, ibadetlerini istediğin zaman yaparsın, şimdi rahatına bak, keyfini çıkar..."
Ölümü yakın gören ise her an onun hazırlığı ile meşgul olur, yalan dünyaya bel bağlamaz. Böyle bir insan tövbesini geciktirmez, ibadetlerini vaktinde yapar. Ölümü çok hatırladığı için kalbi yumuşar. İşte bu bütün saadetlerin başıdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Lezzetleri yıkan ölümü çok hatırlayınız!"
Zevk ve safa sürmek için çok yaşamayı istemeye tûl-i emel (uzun emel) derler. Hizmet ve ibadet için yaşamayı istemek tûl-i emel olmaz, ayrıca da kıymetlidir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "İnsanların en iyisi ömrü uzun ve ameli güzel olan kimsedir. İnsanların en kötüsü de ömrü uzun, ameli kötü olandır."
Uzun emelli olmanın sebebi ikidir: Biri cahillik, diğeri dünya sevgisi.
Dünya muhabbeti galip olunca insan ölmek istemez. Çünkü ölüm onu sevdiklerinden ayıracaktır. Ölümü kendine uygun bulmaz, aklı sıra kendinden uzak tutar. Ölümü unutabilmek için kendini yemeye içmeye, oyuna eğlenceye verir. Daima yaşamak, para sahibi olmak ve her arzu ettiğini ele geçirmek ister. Arzularını elde ettikçe dünyaya olan hırsı da artar. Birine kavuşursa, bir diğerine göz diker. Vilayetin tapusunu verseler doymaz, komşu vilayete de talip olur. Bir gün bakar ki ömür bitmiş, Azrail aleyhisselam karşısında. Gözünü toprak doyurur ancak!..
Sıhhatimize ve gençliğimize aldanmayalım, ölüm yanı başımızda...
Nitekim istatistiklere bakarsanız çocuk ve genç ölümlerinin yaşlılardan az olmadığını göreceksiniz.
Emevi halifelerinden Hişam bin Abdülmelik, Ebu Hazm hazretlerine sorar:
-Efendim biz niye ölümden bu kadar korkuyoruz? Düşünmek bile istemiyoruz?
- Eğer dünyanızı mâmur, ahretinizi harap eylediyseniz ürkeceksiniz tabii. Kim mâmuru bırakıp, viraneyi tercih eder ki? İnsan sevdiği ile birlikte olmak ister. Eğer malınızı Allah yolunda harcayıp ahirete gönderseydiniz ölümü de sevecektiniz.
-Peki kurtuluş çaresi nedir?
-Hazinene giren her kuruşun helâlden olmasına dikkat etmelisin.
-O mümkün mü efendim? Koskoca devletin hazinesi... Her gün binlerce altın giriyor çıkıyor. Vergiler, maaşlar, imar faaliyetleri... Bütün bunları nasıl kontrol edebilirim ki?
Büyük İslam âliminin cevabı kısa ve nettir:
-Eeee Cennet de ucuz değil!
Ehl-i kitabın seçkin yeri
Sual:
(Kur’an-ı kerimde, Ehl-i kitabın yani Yahudilerle Hristiyanların, diğer gayrimüslimlere göre daha seçkin yeri vardır. Bunun için, imamların, papaz ve hahamlarla diyalog kurarak bir araya gelmeleri, ateizme yani dinsizliğe karşı mücadele için iş birliği yapmaları farzdır) deniyor. Kâfirlerle nasıl bir iş birliği yapılabilir? Kur’anda, Ehl-i kitabın nasıl seçkin bir yeri vardır?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde Ehl-i kitabın seçkin yerinden kasıt, onlar için seçilen yer denmek isteniyorsa, bu konuda bir âyet-i kerime meali:
(Elbette, Ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedî kalırlar. Onlar mahlûkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Demek ki Ehl-i kitab için Allahü teâlâ tarafından seçilen yer, Cehennemdir. Onlar için sıfat olarak da, kâfir ve mahlûkların en kötüsü tabirlerini seçmiştir. Dolayısıyla, adına Ehl-i kitab denilen kâfirlerle iş birliği içine girmek kadar tehlikeli ne olabilir?
Kur’an-ı kerimde, mahlûkların en kötüsü denirken, onlarla yakınlaşmanın ne faydası olacak? Yani kâfirlerle iş birliği yapıp, ateistleri Ehl-i kitap [Yahudi veya Hristiyan] yapmanın Müslümanlığa faydası ne? Bir hadis-i şerif:
(Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyanlar, muhakkak Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Yine din kitaplarında, (Ehl-i kitabın hepsi kâfirdir) buyuruluyor. (Fetava-i Hindiyye)
Sual:
Almanya’da yaşıyorum. Buradaki bazı hocalar, (Bankaların verdiği faizi yiyecek içecekte kullanmamalı, başka ihtiyaçlara vermeli) diyorlar. Bazı hocalar da, (Eğer bankaların verdiği faiz haramsa, nereye harcanırsa harcansın haram olur; helâl ise her şeye harcanabilir) diyorlar. Hangisi doğrudur?
CEVAP
Birinci hocalarınki yanlış, ikinci hocaların söyledikleri doğrudur. Yani haramdan gelen para, nereye harcanırsa harcansın yine haramdır. Ancak İslâmiyet'le idare edilmeyen Almanya gibi yerlerde bankaların verdiği faizin haram olmadığı Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül Muhtar, Redd-ül Muhtar gibi muteber eserlerde yazılıdır. Bu hususta, sitemizdeki Faiz bahsinde geniş bilgi mevcuttur.
Sünnet terk edilmiş olmaz
Sual:
Peygamberimiz, (Sünnetimi terk edene şefaatim haramdır)buyurduğuna göre, sünnetler yerine kaza kılmak haram olmuyor mu?
CEVAP:
Hayır, kaza kılınca, sünnete de uyulmuş olur. Bunu birkaç yönden açıklayalım:
1- Sünnetler yerine kaza kılan, sünneti terk etmiş olmaz. Çünkü Peygamber efendimiz, farzın yanında nafile namaz da kılardı. Kıldıkları bize sünnet olmuştur. Beş vakit namazın sünnetlerini kılmaktan maksat, o vakit içinde, farzdan başka bir namaz daha kılmaktır. Farzın yanında kaza kılınca yine sünnet kılınmış oluyor. Sadece farz kılıp yanında hiçbir şey kılmayan, ancak o zaman sünneti terk etmiş olur.(Nevadir-i Fıkhiye)
2- Kaza borcu olanın sünnet ve nafile kılması, ahmaklıktır. Dört mezhepte de kaza kılması gerekir. Din kitaplarında diyor ki:
Kaza namazı borcu var iken, nafile kılmak ahmaklıktır. (Bey ve Şira risalesi)
Hazret-i Ali’nin rivayet ettiği hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Farz namaz borcu olanın nâfile kılması, doğumu yaklaşmışken, çocuğunu düşüren hâmileye benzer. Artık bu kadına, hâmile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabul etmez.)[Zahire-i Fıkh, Fütuh-ul-gayb m. 48] (Bu hadis-i şerifi açıklayan Hanefiâlimlerinden Abdulhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: Bu hadis-i şerifi gösteriyor ki, farz borcu olanın, sünnetleri de kabul olmaz. Çünkü sünnetler de nafiledir.)
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyurdu ki:
(Farz namaz borcu olanın nafilesi kabul olmaz) hadis-i şerifi gösteriyor ki, farz borcu varken nafile ile meşgul olmak ahmaklıktır. Kaza borcu olanın nafile kılması, alacaklıya, borçlunun hediye götürmesine benzer ki, elbette kabul olmaz. Mümin bir tüccara benzer, farzlar sermayesi, nafileler ise kazancıdır. Sermaye kurtarılmadan kâr olmaz. (Fütuh-ul-gayb m.48)
Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer’e yaptığı vasiyette buyurdu ki:
Üzerinde farz borcu olanın nafile ibadetlerini, Allahü teala kabul etmez.(Kitab-ül Harac)
3- (Sünnetimi terk edene şefaat etmem) hadis-i şerifindeki sünnet, namazın sünnetleri değildir, diğer sünnetler de değildir. İslamiyet demektir. Burada sünnet, yol demektir. Benim sünnetim demek, benim yolum demektir. Şeyh-ul-islam İbni Kemal Paşazade hazretleri,(Şerh-ı hadis-i erbain) kitabında, (Sünnetimi terk edene şefaatim haram oldu) hadis-i şerifini açıklarken buyuruyor ki: Bu hadis-i şerifteki sünnet, İslamiyet demektir; çünkü mümin, büyük günah işlese de şefaatten mahrum kalmaz. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetimden, büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.)[Ebu Davud]
Gerek namazın sünnetlerini ve gerekse diğer sünnetleri terk etmek, büyük günah değildir. Büyük günahlara şefaat edilince, sünneti terk edene elbette şefaat edilir.
Sorularınız ve görüşleriniz için : mustafaruzgar22@hotmail.com
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol