İslâmiyeti, kendilerine ezeli düşman gören Batı için, tarihin şeref levhasına geçmiş ibretlik bir hadise okuyalım bugün...
Şam’ın fethinde, Hâlid bin Velîd hazretleri, şehrin bir tarafından girdi. Kendisine karşı konulduğu için, kılıç kullanarak şehirde ilerliyordu. Hedefi, o zaman şehrin en büyük kilisesi olan, şimdiki "Emevî Camii" idi.
Şehrin diğer tarafından da, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerinin komutasındaki askerler yol alıyordu. Fakat, burada halk kendisine karşı koymuyordu. Bunun için rahat bir şekilde kılıç kullanmadan ilerliyorlardı. Tabiî ki, bunun ilk hedefi de, şehrin en büyük kilisesi idi. Müslümanlar, İslâm şehri olduğunun sembolü olarak, kılıç zoru ile aldıkları şehrin en büyük kilisesini câmiye çevirir, diğer kiliselere dokunmazlardı. İstanbul’un fethinde olduğu gibi.
Bu iki büyük kumandan, aynı anda iki ayrı kapıdan bu kiliseye girdiler. Ve kilisenin ortasında birbirleri ile karşılaştılar... Bu büyük zafer için birbirlerini tebrik için kucaklaştılar. Hâlid bin Velîd hazretleri, kilisenin câmiye çevrilmesini istedi. Bu teklîfe, Hazreti Ebû Ubeyde karşı çıktı:
- Yâ Hâlid! Bilmez misin, sulh, barış yolu ile alınan şehrin kiliselerine dokunulmaz!
- Fakat ben buraya kadar kılıç kullanarak geldim.
- Ben ise barış yolu ile buraya kadar geldim.
- Peki o zaman ne yapacağız yâ Ebâ Ubeyde?
- Kilisenin yarısı yine kilise olarak kalacak, diğer yarısı câmiye çevrilecek! Çünkü, kilisenin yarısı kılıç zoruyla, diğer yarısı sulh yoluyla alındı.
Hâlid bin Velîd’in, karara en ufak bir şekilde bile tepkisi olmadı. Hattâ, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerine teşekkür etti...
Bu hâdiseden sonra, kilisenin yarısı câmiye çevrildi. Melik bin Mervân zamanına kadar bu böyle devam etti. Mervân kilisenin tamamını câmiye çevirdi. Hıristiyanlar mecburen buna razı oldular.
***
Yıllar sonra, adâletiyle meşhur Ömer bin Abdülazîz halîfe oldu. Hıristiyanların ileri gelenleri bir araya gelip bu durumu ona bildirdiler. Halîfe isteklerini dinledi ve meseleyi Kâdıya havale etti. Kâdı kararını açıkladı:
- Câminin yarısı size tekrar kilise hâline getirmeniz için iâde edilecektir!
Bu sefer de Müslümanlar söz istediler:
- Efendim, kararınıza itirazımız yoktur. Ancak, malumunuz dînimize göre, kullanılmayan ibâdethâneler, dava edilmesi hâlinde kapatılır. Şam’da ve başka şehirlerde kullanılmayan çok kilise var. O zaman biz de onların kapatılmasını talep ediyoruz.
Hıristiyanlar bu beklenmedik gelişme karşısında, ne yapacaklarını şaşırdılar. Kendi aralarında görüşüp davalarından vazgeçtiler...
YEMEK YEME ÂDÂBI...
“Yavaş yavaş yemelidir. Yemeği ibadete kuvvet kazanmak niyeti ile yemelidir. Karnı doyunca, bunu günah işlemekte kullanmamak için dua etmelidir. ”
Yemeğe ve içmeğe başlarken, (Besmele) okumalıdır. Herkese hatırlatmak için Besmele, yüksek sesle söylenebilir. Yemek ve içmek sonunda (Elhamdülillah) demelidir. Bunları söylemek ve yemekten önce ve yemekten sonra el yıkamak ve sağ el ile yemek ve sağ el ile içmek sünnettir. Yemekten önce el yıkarken ağzı da yıkamak sünnet değildir. Fakat cünübün, ağızını yıkamadan yemesi mekruh. Yemekten evvel el yıkarken, önce gençler, yemekten sonra, önce yaşlılar yıkar. Yemekten sonra eller yıkanınca bezle silinip kurulanır. Tuzluğu, tabağı ekmek üstüne koymak, elini, bıçağı ekmeğe silmek mekruhtur. Bu ekmek yenirse, mekruh olmaz. Otururken bir şeye dayanmak ve başı açık yemek câizdir. Ekmeğin içini yiyip kabuğunu bırakmak, pişkin yerini yiyip, gerisini bırakmak israftır. Kalanı başkası veya hayvan yerse israf olmaz. Tabağın kenarından yemek, kendi önünden yemek sünnettir. Çeşitli meyve bulunan tabağın orta tarafından almak câizdir. Fakat başkasının önünden almak yine câiz değildir. Çok sıcak şey yememeli. Yerken hiç konuşmamak mekruhtur. Neşeli konuşmalıdır. Tuz ile başlamak ve bitirmek sünnettir ve şifadır. İlk ve son lokma ekmekle yapılır ve ekmekteki tuza niyet edilirse, bu sünnet yerine getirilmiş olur.
Lokma küçük olmalı ve iyi çiğnenmelidir. Sağına, soluna, havaya bakmamalı. Ağzını çok açmamalıdır. Sofrada elini, üstüne, başına sürmemelidir. Öksüreceği ve aksıracağı zaman, başını geriye çevirmelidir. Eti bıçakla değil, el ile parçalamalıdır. Yavaş yavaş yemelidir. Yemeği ibadete kuvvet kazanmak niyeti ile yemelidir. Karnı doyunca, bunu günah işlemekte kullanmamak için dua etmelidir.
Önce büyükler başlamalıdır. Üçten çok ye, diyerek, kimseye sıkıntı vermemelidir. Yemekte korkunç ve iğrenç şeyler söylememelidir. Ölümden, hastalıktan, cehennemden konuşmamalıdır. Mümkün ise namazı önce kılmalıdır. Eğer, hazırlanmış yemekler soğuyacak veya bozulacak ise ve namaz vakti, yemekten sonra kılmağa elverişli ise, namazdan önce yemelidir. Yol üstünde, ayakta yürürken yememelidir. Sofradan, temiz yere düşen yiyecek alınıp yenir, kirlendi ise, kediye veya başka hayvanlara verilir. Böyle evin bereketi artar. Torunlarına bile ulaşır. Kapta kalanı sıyırıp, yemek sünnettir. Hoşaf, ayran gibi şeylerin artığına su koyup, çalkalayıp içmek çok sevaptır.
Yemekten sonra dişleri misvak ile [kürdanla] temizlemek sünnettir. Dişler arasından misvak [kürdan] ile çıkarılan şeyleri yutmamalıdır. [Bu temizliği musluk başında yapıp, diş arasından çıkan kırıntıları, lavaboya atmalı, sofrada bulunanları iğrendirmemelidir.] Yemekten sonra yemeği yapana ve ev sâhibine, bereket, rahmet ve mağfiret ile dua edilir...
Sual: Bir kimsenin başında hastalık ve yaralar varsa, abdest alırken ne yapması, nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Bu konu ile alakalı olarak Merâk-ıl-felâhın Tahtâvî hâşiyesinde deniyor ki:
“Başında hastalık olup, abdestte başını meshetmek zarar verirse, meshetmek sakıt olur.” Yani abdest alırken başını meshetmez, sadece diğer uzuvlarını yıkar.
***
Sual: Allahü teâlâya kavuşmak, yaklaşmak, tanımak, sevmek ne ile olur, bunlara nasıl kavuşulur?
Cevap:
Allahü teâlâya kavuşmak, yaklaşmak, tanımak, sevmek, gibi şeyler, hep kalp ile olur. Bunlara akıl eremez, anlayamaz. Allahü teâlâ, her şeye kavuşmak için bir sebep yaratmıştır. Bir şeye kavuşabilmek için, o şeyin sebebine yapışmak lazımdır. Bu şeylere kavuşmanın sebebi, kalbi temizlemek, mahlukların sevgisini kalpten çıkarmaktır. Buna, Fenâ-i kalbî denir. Kalp, Allah'tan başka her şeyi tam unutursa, bahsedilen şeyler, kendiliğinden kalbe dolar.
Sual: Küçük ve büyük abdesti sıkışık olan veya yel zorlayan bir kimsenin, bu hâlde namaza durmasının bir mahzuru var mıdır?
Cevap:
Küçük ve büyük abdesti sıkıştırırken ve yel zorlarken namaza durmak mekruhtur. Namaz arasında zorlarsa, namazı bozmalıdır. Bozmaz ise, günaha girer. Cemaati kaçırsa da, bozması efdal olur. Kerahetle kılmaktansa, cemaat sünnetini kaçırmak evladır. Namaz vaktini veya cenaze namazını kaçırmamak için, mekruh olmaz.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol