Insan olarak artilarimiz yok degildir.
Ne eksilerimiz, ne artilarimiz, birbirinden çok degildir.
Bir dengedir yasam.
Eksilerle artilar arasinda varip gelerek yasamak.
Artilarimiz cosku getirir ya için için. Disa vurmamaya gayret etsek te çok zaman gizlemeyi basaramadigimiz.
Eksilerimiz üzer ya hani. Hatalarimiz karsisinda utanilasi duruma girer, utangaç oluruz ya. Utanmak, insanca bir duygudur. Onurlu insanlardir hatalari karsisinda mahcup olan, utangaçlasan, suratinin rengi degisen ve çekingenlesen.
Gerçi, safi mahçup olmak yetmez. Yüregimizi ezen, büzen, üzen konularda sorumluluk almamiz da gerekir.
Safi özür yetmez. Özür gerektiren durumlarda daha titiz olmamiz gerekir. Zaten, sorumluluk duymak, bilinçli davranmak, adimlarimizi bilinçli atmak, özür gerektiren durumu ortadan kadirabilir.
Hata bir olur.
Bir kere yapilan hatayin yinelenmemek olasiligi vardir.
Yinelenmek olasiligi da tabi.
Ama…
Ikinci kez olanin üçüncü kez olusmasi olasiligi çoktur.
Ondandir, hatalar karsisinda insanlarin daha bilinçli olmalari gerekliligi.
Bir insan, bir insandir. Artisiyla, eksisiyle.
Dogru ile yanlis arasindaki uzaklik kil kadar bile yoktur.
Bazen, dilenciye para vermek hata gibi durur da… Bir bakima, siddetli gereksinim sahibini ayiramaz insan. Onu da dilenci sinifina koyar da, savusturmaya yeltenirse basindan…
Dilenciye para vermemek dogrudur da…
Gerçek gereksinim sahibine yardimci olmak firsatini kaçirmak, o an'i yakalayamamak…
Dogruyu yapan da insan…
Ayni anda, ayni saniyede, ayni tutumla, ayni devinimi yapan, ayni davranisi gösteren de ayni insan.
"Kaç sevaptan, girme günaha!" der bir tekerleme.
Ve, bir söz ilismisti kulagima bir keresinde. Bu sözü kimin var ettigini bilmiyorum. Söyleyeni bile unuttum. "Her ne kadar ince kesersen kes, her kestiginin iki yüzü vardir."
Öyle midir?
Benim penceremden bakinca öyle görünüyor.
Insan, bir türlü "kendisi" olmaktan kurtulamaz. Ne kadar incelirse incelsin… Bir yani hep artilarla yüklüdür… Bir yani eksiler doludur.
Toplumsal ve dinsel ve de en saygiyla, övgüyle baktigimiz kimlikler kisilikler bile, en kutsal, en hatasiz gibi kabul edilenler…
Bir yerlerde bir seyler vardir, kendimize bile anlatamadigimiz, açiklayamadigimiz, itiraf edemedigimiz. Kendimizin bile bilmemizden çekindigimiz, bildigimizi itiraf etmekten, haykirmaktan kaçindigimiz…
Kozamiza çekilerek mutluluk aradigimiz… Mutluluk küremizin içinde sikim sikim sikildigimiz…
Disimiza tasarak huzur aradigimiz… Buldugumuz, bulamadigimiz…
Kendimizi kendimize adadigimiz… Ailemize, yakin çevremize, topluma…
Kendimizi kendi davalarimiza adayip mutlandigimiz oldugu gibi, bedbahtliklarimiza kilitlendigimiz anlar, zamanlar…
Ve, kendi kumpasimizdan kurtulup toplumsal olaylara degindigimiz, sizdigimiz, sokuldugumuz, odaklandigimiz zamanlar daha bir anlamli duygularla yüklendigimiz…
Toplumsal olaylara ilgi duymak hep rahatlatmis, mutlandirmistir insani. Denemediyseniz, deneyin. Göreceksiniz. Kendinizle bas basa oldugunuzdaki ruhsal yapiniza hiç benzemeyecektir.
Bunu, ünlü bir düsünür de söyle söylemis: "Ömrü boyunca kendini kendi davalari disinda davalara adamis ta mutlu olmamis insana rastlamadim."
Dogru geldi bana.
Tek basimiza insaniz ya, toplum içinde insanlar oluyoruz.
Daha bir haz aliniyor o zaman.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol